Değişmeyen Tek Şey

- Ne ara faturayı -apartmanca- Alman usulü ödeyerek, merkezi ısıtmalı evlerde yaşamaya başladık? Herkesin kendi ısındığını ödediği kombili evlere ne oldu? Gerçi bence en samimisi yine soba. Sonuçta kombinin üstünde ne kestane yapılır ne de çay demlenir. 

* Canın çay mı çekti yoksa yine uykun mu kaçtı?

- Ne çay ne uyku istiyorum aslına bakarsan. Şu an sadece konuşmak istiyorum kafamdaki onlarca farklı konuyu. 

* Sence de biraz geç değil mi bu kadar çok şey konuşmak için? Yarın sabah otobüsün var.

- Tamam, onlarca biraz abartı oldu. Birkaç konu var desem daha doğru olur. Hem dediğin gibi otobüsle gidiyorum ve yol dört saat. Dört saat daha uyuma fırsatım var yani ekstra. Zaten uykuda çözemiyoruz ki kafamızdaki sorunları. Düşüne düşüne uyuyoruz, sonra sabah bir kalkıyoruz; her şey aynı.

* Ne farklı olsun isterdin peki?

- Sanırım bu kadar çok insan olmasın isterdim. Çok insan olunca Dünya'da sorun da çok oluyor. Yani mevcut insanlar ortadan kalksın değil demek istediğim, keşke hiç olmamış olsalardı anlamında diyorum. Çünkü onlar içinde bu Dünya'ya safi kötülük katan o kadar çok ki.

* Peki ya sen? Kendini ayrı mı tutuyorsun? Dünya üzerinde kalacak "yeteri" kadar insandan biri de sen mi olmalısın sence?

- Hayır. Kendimi özel ya da üstün görmek gibi söylemedim, yanlış anlıyorsun beni. Ben de olmayabilirim, sorun değil. Benim tek derdim; gerçekten özü iyilik olanların burada kalması ve huzurla yaşaması. Her gün kötü haberler duyarak, izleyerek ve alarak insan ne kadar huzurlu kalabilir ki?

* Anlıyorum. Başka ne isterdin peki?

- Bizim alt sokakta Çiçek Bakkal vardı ya, bazılarının deyimiyle de Manav Bakkal -gerçi Manav Bakkal biraz süper kahraman adı gibi ama önünde sebze meyve de sattığı için çocukların taktığı bir isim bu sonuçta- işte o kapanmasaydı mesela keşke. Dünya'nın derdiyle bu bir değil evet ama bu da Dünya'nın derdinde bir kelebek etkisi diyebiliriz. Önce o kapandı sonra Davut Kasap'ın işleri azaldı, çiçekçi daha küçük bir dükkana taşındı, Karınca Fotoğraf Stüdyo'su artık sadece acil işi olanların vesikalıklarını çekerek para kazanıyor, İnci Kırtasiye desen -ki günahım kadar sevmem ama- artık sadece yılın iki haftası satış yapabiliyor.

* Bu seni neden üzüyor?

- Çünkü mahallede saydığım gibi belki yirmi dükkan ya kapandı ya kapanacak. Kimi tek bir süpermarket yüzünden kimi de teknoloji. Hepsinin aileleri var ve hayatları o dükkanlardı. Düşünsene mahalleye bir yazıcı alıyorsun ve mahalledeki bütün ressamların ellerini kesiyorsun.

* Biraz sert bir benzetme olmadı mı sence de?

- Tabi ki sert ama düşününce teoride yakın şeyler. 

* Sen arabanın vergisini yatırdın mı? Bugün son gündü.

- Ben de şimdi o konuya geliyordum. Toplamda yedi yıllık birikimimizle alabildik biz bu arabayı değil mi? Bana söyler misin adalet şunun neresinde; bu arabanın üretildiği ülkedeki satış fiyatı benim burada harcadığım üç yıllık benzin giderine eşit ve yine benim bu araba için bir yılda aldığım benzinlerin bedeliyle iki muhtaç çocuğun bir yıllık okul masrafları karşılanır. Bana söyler misin eğitimin kökeninden korkup cahil insanlar yetişmesine göz yumduğumuz için mi biz bu arabayı pahalıya alıyoruz yoksa üretildiği ülkeden buraya getirilmesi cidden o kadar maliyetli mi?

* Bu soruna daha ayık olduğum bir zamanda cevap vereceğim ama sen o vergi pulunu ödedin de mi?

- Ödedim!

* Tamam kızma. Başka bir şeyler de var mı değiştirmek istediğin?

- İnsanlığın ve medeniyetin ilk yıllarına gider gelecekten geldiğimi söylerdim ve "DNA'larınızı adam gibi aktarın!" derdim. 

* Olduğu gibi kabul etsen her şeyi ve herkesi?

- Sence de olduğu gibi kabul etmek için çok az gelmiyor muyuz bu hayata? Tek şansımız var.

* Onda haklısın.

- Hadi uyuyalım o zaman. Belki yarın bir şeyleri değiştirebiliriz. Bu arada değiştirmek istediğim son bir şey daha var. Otobüste tam orta kapının hizasına almışım bileti, onu da değiştirmek isterim...

Komiser Hakan - Eylül 1

Eylül 2010

- Yine geldi Eylül. Döküyor muyuz yapraklarımızı bu sene de Burak?
- Senin aklına bu mu geliyor Eylül deyince?
- Başka ne gelecek ki oğlum? Yağmur, rüzgar, ince hırkalar bir de herkesin "Hava bütün yıl böyle olsa valla hiç sesimi çıkartmam." deyişi geliyor benim aklıma.
- İki yıl öncesi geliyor mu peki aklına Çetin? İki yıl önce yana döne koşturduğumuz Eylül ayını da hatırlıyor musun? Hemen hergün ölüp gecesine tekrar dirildiğimiz günleri?

Çetin sustu, kulpundan tuttuğu kahve kupasını iki elinin avuç içiyle kavrayarak kupanın içine baktı, Nescafe'nin üzerinde topak topak olmuş süt tozunu inceledi sessizce. Mahalle maçında bir evin camını kırıp da saklanamayan bir çocuk gibi sustu.

- O da geliyor abi aklıma. Geliyor gelmesine de ben mümkün olduğunca kovuyorum ama...


Ağustos 2008

- Çetin! Hemen masana dön!
- Abi neden bu herif istediği gibi davranabiliyor? O dönsün masasına! Lan hala bakıyor bi de ya!
- Çetin yeter artık! Gel benimle içeri.

O an elinde at sakinleştiricisi olsa hiç düşünmeden Çetin'e enjekte ederdi Hakan. Burak'la ikisi ilk kez kavga ediyordu ama ilk kavgalarında ikisi de hakkını vermişti. Burak'ın kot pantolonu sağ dizinden yırtılmış, Çetin'in ise sağ kaşı açılmıştı. İkisi için de en büyük şans Ediz'in o sırada ofiste olmamasıydı. Hakan, Çetin'i çekiştire çekiştire sorgu odasına soktu. Bir süre ne soru sordu, ne kızdı. Sadece onu izledi.

Çetin kavga etmesi gerektiği için ve ya kızdığı için kavga etmemişti Burak'la. Korktuğu için, canı yandığı için, özlediği için, nefret ettiği için ve belki de sadece yaşadığı için kavga etmişti; yaşadığını hissetmek isteyerek.

- Ne var oğlum ikinizin arasında? Neden kavga ettiniz?
- Dün bunda kaldım abi ben. İş çıkışı biraz sohbet ederiz dedim buna gittim. İçtikçe de biraz eskilere daldım.
- Ee?
- E'si buna aşık olduğum kızı anlattım uzun uzun.
- Sen aşık mı oldun oğlum?
- Yakıştıramadın de mi bana abi? Ben hayvanım ya, kadınlar elektrik bandı, lavabo açıcı vs. gibi bir şey benim için de mi? Ben sevemem?
- Lan bi dur! Bu ne gerginlik abicim? Tamam anlattın aşkını, sonra?
- Sonra uyuduk abi işte sonra ne olacak?
- Sen nasıl bir çeşitsin Çetin? Sonra uyuduysanız adama neden kızdın, kavga ettin yavşak?
- Ben ona kızmadım ki. Ben...Ben Sibel'e kızdım. Önce aşık oldum ondan sonra hep kızdım. Bu sabah da kontrol edemedim kendimi. Ya ağlayacaktım ya sağı solu yıkacaktım; ağlamak bana yakışmaz dedim.

Cümlesini tam bitirirken Burak içeri daldı:"Hemen büroya gelin!" dedikten sonra geldiği hızla geri döndü.

Diğerleri büroya gittiklerinde Burak'ın bilgisayarında açık videonun başına geçtiler. Yere dökülmüş sarı yapraklar ve onları bir noktaya toplayarak süpüren bir tırpan. Video sadece bunlardan oluşuyordu. "Bu ne?" der gibi Burak'a baktılar; "İzlemeye devam edin." dedi Burak.

Bir dakika içerisinde yere dökülen bütün yaprakların üzerinde isimler belirmeye başladı videoda ve dokuz farklı kişinin adı yazdı; dokuz farklı yaprağa.

Videonun sonunda da ekran karardı ve siyah ekrana kırmızı harflerle yazılmış bir yazı belirdi;

"Eylül geldi;
Yaprakları dökmenin,
Sonra süpürmenin vakti."