Merhaba

merhaba mutsuzluğum; ben geldim.
değişmemişsin geçen aylarda, pervazların eskimiş sadece biraz; kış çetin geçti galiba açılmamış pencerelerin.
halının üstünde hala belirgin ve hala derin sigara izlerin,
ve hala simetrik değil halı; aynası gibi kurduğun hayallerin.
uzak yoldan geldim ama "soluklan" demene gerek yok,
eski tadı yok aldığım nefesin.

büyümüşsün görmeyeli,
ama gözlerinde hala aynı karartı ve nefesin serin.
ben geldim ama kalkma yerinden,
iyice üstüne çökmüşken ağırlığı geçen günlerin.

ne çok keder doldurmuşsun her çekmecesine evin,
havalandırılmamış gibi geçen aylarda her yerin.

dağınıklığının kusuruna bakma düşlerimin,
belki de hiç bir sebebi yok düşüşlerimin,
yalandan bir yardım eli uzatmana gerek yok,
iyi tanıyorum seni,
ne el senin ne de bu iyi niyetin.

uzak durma bana sanki hep yanımda olmayacaksın gibi,
"konuş"  dememi bekleyen bakışlarla susma bir köşede,
biliyorum; bazen bir gazete sayfasında karşıma çıkacaksın bazen de dibi gelmemiş bir şişede.

korkma benden, yabancı değilim,
sadece gözlerim alışmadı aydınlığa, geldiğim karanlık yüzünden;
ben geldim mutsuzluğum,
kaç kere dediysem de gitmedin, şimdi oynama yerinden...

Sol, Sol, Sol, Sağ, Sol!

askerde hepimiz yağmur yüklü bulutlardık ama birbirimize çarpıp yağmak yerine omuz omuza güneşin önünü açtık...

hep orayı anlatacak kelime yok ordaki his tarifsiz derdim ama şu denenebilir anlatmak için bir kez belki de;

-gittiğiniz cafede bir kıza aşık oluyorsunuz, onun da size ilgisi var ama bir süre sonra kız hayat kadını olduğunu itiraf ediyor ama siz aşkınızdan onu kabullenip durumunu umursamadan evliliğe gidiyorsunuz. kadının isteğiyle tüm hayatınızı geride bırakıp küçük bir şehre belki de kasabaya yerleşiyorsunuz. bir süre sonra karşı tarafta artık o aşk kalmıyor, kadın gitmek istiyor ve bir gün çekip gidiyor. arkasından "dur!" demek için yola çıkıyorsunuz ama daha evden bir kilometre uzaklaşmadan arabanızın motoru su kaynatıyor ve kalakalıyorsunuz.

anlatabildim mi bilmiyorum ama ranza yaklaşık bir buçuk metrekarelik bir alandı; ve çok dardı.

çok saatler oldu nefes almak dışında başka hiç bir şey yapmadığım ve çok nefes aldım her seferinde ciğerimi yaktığım.

dışında olanın anlamayacağı, içeridekilerin de anca bir biriyle konuşabileceği bir histi o, biteceğini bile bile yaşanan ve yaşanması gereken.

hayata dair çok katkısı oldu o ayrı dünyanın. artık hayatta "zorluk" diye baktığımız şeylerin ne kadar da lüzumsuz ve aşılabilir olduğunu gördük. bir çok şeye anlam veremedik ama bi yerden sonra öğrendik sorgulanmadan yapılması gerektiğini bazı şeylerin ve en zoru özlemdi oradaki hislerin;

"...koşarlar, ama anlamazlar neden koştuklarını. yürümek kolay gelsin diye koştururuz onları." - 'Nefes: Vatan Sağolsun' filminden.

CLVI

susmaya alıştırdılar belki de,
ondandır artık çok yazamıyorum.
aklıma gelen kelimelerin hepsi kendi istediği yerde,
bi düzene sokamıyorum.

"düzen" diye diye sabitlenen bizler,
"özlem" diye diye bekliyoruz,
ve gün bir kez daha geceye yerini bırakırken,
yine zaman geçti diye seviniyoruz.

kızıla çalan tüm güneş batmalarında tek bir umut var göz bebeklerinde,
kiminin sigara, kiminin mektup elinde.
sesi ve yüreği yetenlerin yanık türküler dilinde,
farklı hayallere aynı yerde büyüyoruz.

belki de çok alıştık sessiz yalnızlığımıza,
artık sanki sevdiklerimizle değil de,
direk mavi, ankesörlü telefonlarla konuşuyoruz, yaslanıp duvara,
sonra nereye çağırdığı belli olmayan bir ses duyuluyor o ara.

yüreğimizdeki kırışıklıklara inat,
her sabah yatağımızı dümdüz yapıyoruz,
verip de bozamadığımız sözlerin tersine,
olmadıysa tekrar yapmak için bozuyoruz.

su aynı su, deniz aynı deniz,
ağaçlar aynı yeşil,
ama sadece tellerin üstünden uçabilen kuşların sesi neşeli,
bazıları ise sürekli endişeli.

bazen gülerken,
bazen dalıp giderken;
bir gün daha batıyor geçici, sayılı günlerde,
biliyorum birileri de benim gibi seviniyor orda bi yerde.