Ağustos

ağustos ayında bastıran bir yağmurdu,
havanın bütün boğuculuğunu yok eden,
serinleten,
çöldeki serap gibi;
talebe arz,
aşka cevap gibi.
güneşe teslim etmekti bütün beyaz pigmentleri,
gölgede bile kavrulmak.
yaşlıların okey oynadığı gölgelik bir sahil kahvesinde,
tost yiyen bebelerin masasında,
örtüye temas eden buzlu bardağın dışında kalıp,
iki damla olarak ağır ağır süzülmekti bizimki;
demir parmaklıkların arkasından içeridekileri izler gibi,
içinde olmak varken, dışarda kalıp da,
eriye eriye içerdekileri özler gibi.
susmak bilmeyen üç yaşında bir kız çocuğu gibi sayıklardı seni,
içimde bir yerlerde hep aynı ses,
deniz kumundan kaleler yapardı depremlerimize dayanıksız,
ve o ses her çağırdığında sana gelirdim dayanaksız.
akşam türlü türlü böceklerin sesi eşliğinde verandada yenilen akşam yemeği,
sonrasında belki çarşıda ufak bir gezinti,
çok yememişsek yemeği, iki top dondurma belki de,
yanyana,
bizim gibi.
ama sıcak, çok sıcak,
o iki top dondurma da akacak,
bardağın dışından akan damlalar gibi;
ve o hiç susmayan kız çocuğu bu sefer ağlayacak,
sen gibi,
ben gibi...

Mayıs


Ben hiç beklemediğim bir anda yalnız kaldım,
Her taraf insandı ama payıma düşeni alamadım.
Uyandığım zaman içimin yanması gibiydi, tek farkı su içince geçmiyordu bu sefer ki,
İçimde sürekli “Geçecek.” diyen aynı ses telkin ediyordu beni;
Cama vuran yağmur damlaları,
Yere düşenler kadar iç acıtıyordu.
O kadar çok şeye karşı kurak kalmıştım ki,
Sağanak yağmur bile yetmiyordu, zaten cam vardı yağmurla aramda,
Seninleyse dağlar.
Rüya görmeyi bırakmıştım o günlerde,
İnsan gerçekte rüya gibi bir şey isteyince, olurdu öyle.
Olmayacak şeylerin olacağına inanmak,
Gerçek olmayacağını bildiğin şeylerde bir gerçek aramak,
Yağmura karışırdı gözyaşların.
Üzülme canım, ben en çok bundan korktum.
Üzülmen kabusum oldu, rüyalarımın tam bittiği dönemde.
Parmak uçlarımda yürüyerek sevdim ben seni,
Duyma diye.
Sen başka yere bakarken baktım gözlerine,
Güldüğün zaman bir bebek doğuyordu,
Bir kelebek uçuyordu,
İlk kez anne diyordu çocuk,
Hastalıklara çare oluyordun canım,
Gülüşün mutluluktu, ama bakmadım, bakamadım.
Kokun geliyordu hemen peşine,
En aç olduğum zaman burnuma gelen taze ekmek kokusu gibi,
Buğdaylara dokunarak uçsuz bucaksız sarılıklarda gözlerimi kapatıp koşmak gibi.
Kokun geliyordu, ciğerlerimi “sen” dolduruyordum,
Ama tutamazdım içimde seni, biliyorum canım.
Aldığım nefesi geri veriyor, seni ciğerlerimden salıveriyordum…

Film Özet ve Eleştrileri - Matrix

Eleştirime başlamadan önce şunu belirteyim ben tam bir hayvan severim. Bu filmin adını ilk duyduğumda da "Oh be! bizim ülkemizde de sonunda hayvanlarla ilgili film çekiliyor hem de en sevdiğim hayvan olan martılarla ilgili!" diye düşündüm. Fakat sonra öğrendim ki bu film bizim ülkemizde çekilmiyormuş.

Asıl şoku ise filme girdiğimde yaşadım, film boyu tek bir karede bile martı görünmedi. Görünen tek hayvan beyaz tavşandı.

Filme gelirsek, film inanılmaz bir karmaşanın içinde uyanan Neo ile başlıyor ve ekranı başında şakayı patlatıyorum "Neo ne o hal ne o?". Sonrasında kendini Mor Feus'a götüren tavşanı takip eden Neo amansız bir maceranın içerisine de böylece girmiş bulunuyor.

Mor Feus kendisine etraflıca iyi yönlerini kötü yönlerini anlatıyor Matrix'in ve sonunda da soruyor "Hangi hap?". Neo o anda geri dönmeyi değil Matrix'e gitmeyi tercih ediyor ve bir aynanın içerisinden ortamlara akıyor.

Yıllardır mitçi mi simitçi mi? diye sorulan soru bu filmde de vücut buluyor. Ajan Simit bize ajanlığın inceliklerini ve bir Matrix beyefendisinin nasıl oturup kalkacağına kadar bir çok şeyi beyaz perdede gösteriyor.

Telefon ediyorlar ve yer bildirince hop bağlı oldukları alette uyanıveriyorlar. Robotlar ele geçirmiş Matrix'i ve herkesin dilinde aynı soru "What is the Matrix?"

Dövüş sahneleri inanılmaz güzel, silahları Tatar gibi kullanıyorlar. At biniciliği filmde yok denecek kadar yok.

Fakat sonrasında Ajan Simit'e bunlardan biri yerlerini bildiriyor ve Neo'yu satıyor. Mor Feus üzgün, Mor Feus kızgın! Nasıl olmasın? Adamın anasına bacısına küfretmek gibi bir şey bu ona yapılan. Çünkü Neo seçilmiş kişi, ona bir şey olacak diye aklı çıkıyor Mor Feus'un, aman Allah'ım ne korkular ne tedirginlikler.

Neyse şükür ordan da kaçıyorlar ve sonra Neo iyice coşuyor, Asena gibi kıvrak hareketlerle mermilerden kaçmak mı dersin, trafik polisi gibi mermi durdurmalar mı dersin. Bu sırada Mor Feus esir düşmüş, tabi Neo durur mu, hayır! Gidiyor "abi" bildiği Mor Feus'u da soysuz, kansız Simit'in elindenn kurtarıyor.

Trinitiyle biraz yakınlaşıyorlar ve film orda son buluyor. Bi de 'vazoyu dert etme' esprisi hiç komik değildi.

Filmin eksilerine gelirsek, bir kere öyle bir dünya yok! Bilgisayara bağlayım sonra ayrı bi yere gitsin telefon ediyim gelsin gibi bi teknolojiye hala ulaşılamadı, ki gerek de yok. Son olarak madem kıvrak olman gerekiyo neden ayağına kadar uzun palto giyiyosun Neo? Tam Simit'e çakarken paltoya bi bassan ağzın burnun dağılır. Ama genel olarak güzel bir film dikkatli bir izleyici olduğum için takıldığım noktalar illa ki oldu.

Film Özet ve Eleştrileri - Titanik

Ben böyle şey görmedim. Sen o gemiyi nasıl yaptın taa 1900'lerin başında? O kadar koca gemi nasıl ısınır, o içindeki insanlar ne yer ne içer? Bilecik nüfusu şimdi elli bin ama o yıllarda taş çatlasa üç-dört bindir. Titanik'in kapasitesi üç bin beş yüz. Sen koca il nüfusu kadar adamı nasıl yaptın ne ettin de oraya sığdırıp taşıdın?

Ve benzeri sorularla başlayan film hızla artan bir tempoda devam ediyor. Esas oğlanın esas kıza aşkı konu alınıyor. Esas oğlan kızın resimlerini çiziyor ve bir sahnede öpüşmüşlükleri de var. Ve sonradan, evet, o meşhur kollarından tutup harmandalı pozisyonunda geminin ucunda dikilme sahnesi! Can güvenliğinin sıfır olduğu bu sahnede sözde "seviyorum" dediği kızı geminin bir başında denize sarkıtan, canına kasteden esas oğlanın sıfatında metrobüsteki bazı vatandaşlarda beliren bir tebessüm hasıl oluyor.

Sonrasında kızın kocasıgil bunlar arasında bir şeyler olduğunu çakozluyor. Tam silahını çekip "şehadet getir köpek!" diyecekken türkçesi iyi olmadığından standart "fakof" diyor. Sonrasında kaptan bunlara bakıyor, ne olaylar ne olaylar. Bir de görüyor ki bunlar kavga hengame ortasında "Hop, ringonun ahırı mı burası?" diyor, kalabalıktan sarhoşun biri de kaptana bakıp "Sen çok yanlış gelmişsin burası Titanik." şeklinde geri dönüş yapınca kaptanın kontak atıyor haliyle.

Tam dümene geçiyor kaptan o sırada ilerde büyük bir beyazlık görüyor, Allahım ne güzel bi görüntü bi resmini çekeyim diye cep telefonunu çıkartırken dümeni bırakıyor tabi şaşkaloz. O sırada bambır gümbür gemi giriyor buz dağına, tabi sekizde sekiz hata kaptanda. Neyse olay yeri inceleme ve sahil güvenlik geliyor, kaptanın alkol testi yapılıyor. Düz bir çizgide yüzüp yüzemediğine bakılıyor.

Gerekli işlemlerden sonra sahil güvenlik gemiyi bağlıyor ve esas oğlan su altından yüzüp kızı omzuna alıyor ama su soğuk feci şekilde. Seyircinin ağlaması için birinin ölmesi gerektiğinden dolayısıyla adam beti benzi atmış şekilde derinliklere doğru batıp boğuluyor ve kadın bir kapıya tutunarak hayatta kalıyor.

Ve işte büyük sürpriz, o kadın filmin başından beri hikayeyi anlatan yaşlı kadınmış. Yaptıkları çok doğal gibi, kocasını aldatmasını filan gururla kameralar önünde anlatıyor haspam.

Ve film bitiyor yazılar geçmeye başlıyor.

Eleştrilere gelecek olursak, kurgu zayıf, olay bağı kopuk, karakterler arasında geçiş yok, sahne geçişleri daha iyi olabilirdi. Bir de sizi deniz tutuyorsa bence bu filmden uzak durun derim.

Ev Arkadaşı: Kısa ve Net - 5.Bölüm

Teoman "Mahallenin Doktorları"nın çekimleri için ilk kez kamera karşısına geçecekti o gün. Sabah uyandığında karnında kelebekler uçuşuyordu. Yataktan henüz kalkmamışken burnuna taze simit kokusu geldi. Tolga arkadaşına kahvaltıyı hazırlamış ve Buse'yi de kahvaltıya çağırmıştı.

Teoman yüzünü yıkarken sabunun hindistan cevizli olduğunu farkedince eskilere daldı. Bundan üç yıl önce bir İstanbul ziyaretinde adaya gitmiş ve orada iki hafta kadar mahsur kalmıştı. Tam bir sörvarvıy gibi geçirdi o iki haftayı adada ama o sürede en çok canını sıkan şey sürekli kokonat yemekti.

Adada mahsur kaldıklarında üç kişiydiler. Üç arkadaş adadaki ikinci günlerinde kendileriyle birlikte üç ünlünün de adada mahsur kaldığını farketmişlerdi  Sonra o ünlülerin bir tanesi teknesi olduğunu hatırlayınca o tekneyi kullanarak adadan ayrıldılar.

O günleri hatırlayarak yüzünü yıkayıp sofraya geçti Teoman, tam sofraya oturduğu sırada da cep telefonu çaldı. Arayan yönetmendi: "Teoman hemen sete gelirsen iyi olur. Kettle sete getirildi, çekimlerden önce sana alışması lazım."

Teoman aceleyle bir kibrit kutusu peynir, bir ceviz kabuğu zeytin, iki tornavida uzunluğunda salatalık yedi ve küçük eczane poşeti kadar çayını da kafaya diktikten sonra evden çıktı.

Sete gitmesi kısa sürdü; Levent'ten çıktıktan sonra ikinci köprüyü kullanarak karşıya, ordan da Maltepe'ye geçti. Çekimlerin yapılacağı kahvenin yerini iyi öğrenmişti, zaten ışık ve ses ekibinin hazırlıklarından çekim alanı da rahatlıkla fark ediliyordu.

Kahveyi ve mahalleyi uzaktan incelerken ensesine çok sağlam bir tokat indi. Neye uğradığını şaşırmış şekilde arkasını döndü ve dönmesiyle şaşkınlığı daha da arttı çünkü arkasında kocaman bir goril duruyordu.

Goril tanışmak ister şekilde elini uzatıp Teomanla tokalaşıyordu ki yönetmen yanlarına geldi: "Aa çok güzel. Demek ki tanıştı rol arkadaşları. Nasıl sevdin mi Kettle'ı Teoman?" dedi. Teoman "Bayıldım!" diyebildi, korkudan bayılmak üzereyken. O sırada Kettle kafasını, daha doğrusu kafasındaki maskeyi çıkarttı. Teoman onun kostüm olduğunu o zaman anladı. Dizide Kettle'ı o kostümün içerisindeki Cenk canlandıracaktı.

Teoman keyifle çalışma arkadaşlarıyla tanışırken aklına yine bir kurt düştü! Bu Tolga kahvaltıya Buse'yi de çağırmıştı! Yani onlar şimdi evde başbaşa mıydı?

Ev Arkadaşı: Kısa ve Net - 4.Bölüm


Teoman gözleri fal taşı gibi açılmış şekilde Toygunç'a bakarken salona Buse girdi: "Alın bakem kahvelerinizi goçlar!" dedi.

Toygunç'un pantolonuna odaklanmayı bırakan Teoman bu sefer de Buse'nin şivesine odaklandı ama sonra çok umursamayıp kahvesini höpürdetmeye başladı. Az önceki gergin hava dağılmış ve hello kiti aklından çabucak çıkmıştı.

Kahvelerini bitirmek üzerelerdi ki kapı çaldı, gelen Tolga'ydı. Belli ki yukarıda tek başına durmaktan sıkılmıştı ya da sadece Buse'yi özlediği için inmişti aşağı. Buse kapıyı açtı ama Tolga'yı içeri buyur etmedi, onun yerine Teoman'ı yukarı yolladı: "Görüşürüz kuzen git hadi artık." diyerek.

"Hey, aç mısın?" dedi Tolga merdivenden eve çıkarken. "Hey mi? İyi misin oğlum? Aç filan değilim ben." dedi Teoman.

Eve vardıklarında valizinden yaz boyu rol alacağı dizinin senaryosunu çıkarttı. Ertesi gün çekimler başlıyordu ve biraz daha tekrar yapması gerektiğinin farkındaydı. Yapımcılar ve eleştirmenler dizi için "Sezonun en iyi dizisi olacak!" yorumlarında bulunuyorlardı. Zaten televizyonda dönen fragmanları ve adıyla şimdiden çok konuşulur olmuştu: "Mahallenin Doktorları" dizisi. Teoman dizide; kahvehane işleten Tıp Fakültesi mezunu Dursun'u oynayacaktı ve senaryoya göre kahvehanede "Kettle" adında bir maymun besliyor olacaktı.

Teoman'ın en büyük hayallerinden birisi de iyi bir oyuncu olup Küçük Ceylan'ın sunduğu ünlü Talk Show: "Ceylan O Show" a katılabilmekti ve bu hayaliyle birlikte dizinin senaryosunu okumaya koyuldu. Dizinin oldukça sürükleyici olmayan bir hikayesi vardı; "Çay çek!" diyenlere çay götürüp boşları alıyordu senaryoya göre Teoman.

Senaryoyu pür dikkat okurken bir sorun dikkatini çekti, Tolga yarım saat önce ocağa koyduğu çayı henüz demlememişti! Bu onun için büyük bir fırsattı, kahvehane işletmecisi rolüne hazırlık olması adına hemen mutfağa koştu ve kaynayan suyu demliğe döktü; artık ertesi günki rolüne daha da hazırdı...

Örümcek Adam: Kader Örmüş Ağlarını


Bundan dokuz yıl önce birisi çıkıp "Örümcek Adam" dese güler geçerdik fakat teknoloji o kadar hızlı ilerledi ki artık günümüzde bu hiç de mantıksız gelmiyor. Sonuçta ilk bilgisayar da bir oda büyüklüğündeydi ya da ilk televizyonda yayın sadece siyah beyazdı.

Her neyse, Örümcek yapı olarak bir hayvan ve devamına "adam" kelimesinin gelmesi tabi ki ilk başlarda insanların kafasını oldukça karıştırdı. İlk örümcekler ve ilk adamlar aynı çağda yaşamış olsalar da "Örümcek Adam" o çağlarda henüz görülmemişti.

Örümcekler o zamanlardan beri ikiye ayrılır; zehirli ve zehirsizler. İnsanlar için ise böyle bir kategori yoktur, insanlar tek tiptir. Hızla gelişen şehir hayatı, kozmopolit düzen, inanılmaz mekanik olaylar ve subjektif ulaşım araçları gibi anlamını bilmediğim daha bir çok kelimeden dolayı müthiş bir hiyerarşik şekillenme ve baş döndüren bir füzyon olmuştur.

Çok değil, bundan sadece on yıl önce Batman'i sadece bir il sanmıyor muyduk? Superman sadece bir hayal ürünü değil miydi? Peki ya Hulk, onu da sadece Hulk Ekmek'in sahibi bellemedik mi?

Yine içlerinden bize en samimi ve yakın gelen hep "Örümcek Adam" oldu. O da bu yakınlığa karşılık olarak, 2002 senesinde hapishaneye düştüğünde bize şu dizeleri yazmıştı;

"Ağ atarım ağ atarım,
Ustam ölmüş,
Ben yatarım!"

Ki yattı da! Üç yılını geçirdi cezaevinde. Irzına geçmeye çalışan da oldu, karşısına alıp kardeşi gibi onunla konuşan da. Çay demledi bazı soğuk gecelerde. Bazen de, sürekli: "Kader mahkumuyuz. Kader ağlarını ördü!" diye sinirini bozan tutukluları ağa dolayıp camdan sarkıttı. Ama ne olursa olsun örümcek sezgilerine güvendi hep.

Hapisten çıktığında ona ne iş veren oldu ne de elinden tutan. Zaten çarpık kentleşmenin yoğun olduğu bir ildeydi. Ağ atıp hızlıca gideceği gökdelenler yerine düzensiz binalar vardı.

Yeşilçam'ın diğer isimsiz kahramanları gibi bugünlerde o da kimsesiz ve sessiz kendi köşesine çekilmiş durumda. "Kimse gelmesin ziyaretime, yalnız ölecem." diyor ve ekliyor: "Bi sigara var mı?".

Her şeyi tükettiğimiz bu bilgi çağında belki de böyle üstatlara daha çok ilgi göstermemiz, üzerlerine titrememiz gerekir. Sizce de şapkamızı önümüze koyup, ceketimizi de yerine asmanın zamanı gelmedi mi?

Kimse hatırlamasa da bugün onun doğum günü, nice yıllara spidey!

Ev Arkadaşı: Kısa ve Net - 3.Bölüm


Toygunç'u kuzeninin evinde, belinde havlu sarılı şekilde görmek Teoman için büyük bir şoktu. O şoku atlatması on iki on üç saniye kadar sürdü ve sonra lafa girdi: "Pardon, ben Buse'ye bakmıştım ama?"

Toygunç'un ellerinin ıslak olduğu belliydi. Ellerini beline sarılı olan havluya sildikten sonra havluyu çıkartıp içeriye doğru attı. Teoman ikinci kez şok olmuştu, Toygunç da yaptığı hatayı farkedip utançla başını öne eğdi. Havluyu çıkarıp attığı anda, havlunun altına giymiş olduğu taşlı ve hello kitili kot pantolonla kalakalmıştı çünkü. O haliyle kalınca durumu kurtarmak için sesini kalınlaştırarak az önce Teoman'ın sorduğu soruya cevap verdi: "Gel buyur abi, içerde Buse."

Teoman ayakkabılarını kapıda çıkartarak içeriye girdi, dar bir koridordan geçti önce, sonra sol tarafında dağınık bir mutfağı bıraktı arkasında...

Salona vardığında ise onu gördü; iri yeşil gözlerini ona dikmiş kanepede uzanarak kollarını yalıyor, bir yandan da geriniyordu, Buse'nin kedisi "Döner"di bu. Teoman o tatlılığa dayanamayıp "Oy ne tatlı şeysin seen!" diye kedinin yanına gittiğinde Buse'nin sesini duydu: "Teoman abii! Gözlerime inanamıyorum! Hoşgeldin."

Teoman kuzeninin yanına koştu, sarıldılar. Birbirlerini çok özlemişlerdi, e dile kolay birlikte büyümüşlerdi ve uzun süredir ayrı şehirlerdelerdi. Biraz özlem giderince "Yemeğe çıkalım mı?" dedi Buse. Teoman yol yorgunuydu: "Salak salak konuşma Buse, daha yoldan yeni gelmişim yemek diyosun! Biraz düşünceli ol be! Bütün dünya senin etrafında dönmüyor anası kılıklı!" diyerek kibarca reddetti bu teklifi.

Buse hatasını farkedip Teoman'a bir yorgunluk kahvesi yapmak için mutfağa gitti. Böylece Teoman ve Toygunç da erkek erkeğe sohbet etme fırsatını yakaladılar. Lafa Teoman girdi;

-Ee Toygunç sen neler napıyosun bakalım? Buse'yle aynı okulda mısın?
-Evet sınıf arkadaşıyız abi.
-Oğlum şu pantolonu değiştir ya! valla ciddiye alıp sohbet edemiyorum seninle.
-Akşam sahnem var o yüzden giydim abi, istersen havluyu tekrar sarıyım?
-Yok yok o daha beter oluyo. Ne sahnesi ya nerde çalışıyosun ki sen?
-Aslında bu gizli kimliğim ama madem sordun anlatıyım. Ben aslında gizli kahramanım. Yaptığım şey ise çok basit. Play Station cafeleri tek tek gezer, bakarım; gitar hiro oynayıp da solisti olmayan kim varsa orda ben devreye girer ve şarkıyı söylerim, asıl hiro benim.
-Anladım canım başarılar.

Teoman, Toygunç'un deli olduğunu anladığı sırada masanın üzerinde duran kalem kutusu gözüne çarptı, çünkü Toygunç durduk yere o kalem kutusunu alıp Teoman'a fırlatmış ve tam gözünden vurmuştu.

Buse'nin yere düşen kalem kutusunun üzerindeki logoyu gören Teoman bir saat içinde üçüncü kez şok oldu. O logo hello kiti logosuydu. Yoksa? Yoksa Toygunç'un üzerindeki kot da kalem kutusu gibi Buse'nin miydi...

Ev Arkadaşı: Kısa ve Net - 2.Bölüm


İkili birlikte yaşamaya karar verdikten bir kaç dakika sonra Levent'e gidecek olan servis kalkmak için yerini aldı.

Tolga serviste evinin yerini tarif etmeye başladı, o anlatırken Teoman da kuzeninin ev adresini hatırlıyordu. Tolga'nın lafı bittiğinde Teoman biraz şaşkın bir ifadeyle: "Kuzenimle aynı apartmanda yaşıyorsunuz!" dedi.

Tolga biraz çekinerek kuzeninin kim olduğunu sordu, Teoman: "Buse" yanıtını verince de Tolga'nın, arkadaşının kuzenine aşık olduğu resmiyet kazandı.

Tolga Buse'ye olan hislerini belli etmemek için güzel bi şekilde lafa girdi ve: "A öyle mi tanıyorum ya, çok iyi kızdır, karşılaşıyoruz apartmanda sık sık, ama sadece meraba meraba, zaten kardeşim olsa öyle olsun isterdim, süper bi insan, hele güldüğünde gözlerinin içinin gülmesi yok mu! Bi de gamzesi var ya minicik... Yanında bi kaç kez bi lavuk gördüm o ne ayak sevgilisi filan mı Teomancım?" dedi.

Teoman bütün bu konuşmaların üstüne biraz kıllanmıştı, aklından "Yoksa?" diye geçti, başta içinde tutmaya çalışsa da en sevmediği durumlardan birisi olduğu için nolursa olsun sormak zorunda hissetti kendini: "Lan senin ev beşinci katta ama asansör var de mi?"

Tolga rahatlamıştı: "Var abi var, rahat ol." dedi. O sırada servis de durağa yaklaşmıştı. Levent'te indikten sonra eve varmaları on dakika sürdü. Teoman Buse'yi aramadı çünkü ona sürpriz yapmaya karar vermişti. Eve girdiklerinde ikisi de ne kadar yorulduklarını farkettiler. Teoman'ın gözüne duvarda asılı olan o heybetli portre resim çarptı. Tolga da bunu farketti ve resmin yanında dikilip: "Büyük dedem o benim! Antep'in ilk müzisyenlerinden, Final Bey."

Teoman müziğe hiç ilgi duymamasına rağmen Final Bey'in hikayesinin ilginç olabileceğini düşünerek sordu: "Müzisyen mi? Hmm, ne tür müzik yapıyordu? Bir de ilginç bir adı varmış, anlamı nedir?"

Tolga uzunca anlatmaya başladı;

"Dedem bir Urfa göçmeniymiş. Urfa'dan Antep'e göçmüşler, evet farkındayım çok yakın! Ama tam Antep'ten çıkarken kalan topraklarda kebabın, baklavanın hasının olmayabileceğini duymuşlar. Bunun üstüne de: 'Bu kadar göç de göçtür, biz de göçmeniz!' diyerek Antep'e yerleşmişler. İlk iki yıl sadece birikimlerinden ve Antep kebaplarından yemiş dedem. Sonra eldeki avuçtaki bitmeye başlayınca da iş aramaya koyulmuş. Bir gün bir arkadaşının evindeyken o zamana kadar hiç görmediği bir enstrüman görmüş. Adını sorduğunda ise elektro kanun olduğunu öğrenmiş ama hem o alet çok saçma geldiği için hem de sesini hiç sevmediği için bağlama çalmaya başlamış. Dedemin adının anlamına gelince de 'son', 'kapanış', 'bitiş', 'en uç' gibi farklı anlamları var. Zaten uçlarda yaşamayı severmiş rahmetli. Böyle işte onun hikayesi."

Teoman bu çarpıcı hayat hikayesinden sonra valizlerini evde bırakıp alt kata kuzeni Buse'yi görmek ve sürprizini yapmak için indi ve kapıyı çaldı.

Ama kapıyı beklediği gibi kuzeni değil, belinde havlu sarılı şekilde Toygunç açtı...

Ev Arkadaşı: Kısa ve Net - 1.Bölüm


Teoman, on bölüm yayınlanması planlanan yazlık dizi için aldığı teklifle Ankara'dan kalkıp İstanbul'a gelmişti...

Otobüsten Alibeyköy'de indi, uçağa para verecek kadar ünlü değildi. Otobüste üç ev hanımı ve iki tane de lise öğrencisi genç kız onu tanımış, o beşinden de sadece bir tanesi ondan imzalı fotoğraf istemişti.

Teoman o zamana kadar tek bir dizide rol almıştı, o da Ankara'da çekilen ve her gün Kurnaz TV'de yayınlanan "Deniz  Hıyarı" adlı diziydi. Teoman o dizide "Deniz" karakteriyle seyirci karşısına çıkmış ve hiç beğeni toplayamamıştı. Teoman'ın diziyle ilgili Youtube'da en çok izlenen videosu ise, dizide kız arkadaşına serenat yapıp "Arap atlar yakın eder ırağı" adlı şarkıyı söylediği sahneydi. Yayınlandığı günden beri sosyal medyada hala bu sahnenin arkasındaki felsefi anlam çözüme kavuşturulamadı...

Otobüsten indiğinde yüzüne yoğun bir sıcaklık ve nem çarptı. Cebindeki mentollü selpağı çıkartıp hem terini sildi hem de biraz ferahladı. Levent'e giden servisin yaklaşık yirmi dakika sonra kalkacağını öğrenince terminaldeki büfeden soğuk bir su alıp dikilmeye başladı. O sırada üniversiteden sınıf arkadaşı olan Tolga'yı gördü, o da sigarasını yakmış servis alanında dikiliyordu.

Teoman, Ankara'da konservatuvar ya da televizyonla alakalı bir bölüm değil de biyoloji okumuştu. Okuduğu bölüme rağmen tamamen kendi hırsı ve çabası onun o Ankara dizisinde rol almasını sağlamıştı. Tolga ise bölümü severek okumuş ve derece ile bitirmişti. Zaten üniversite döneminde Teoman'la konuşmalarının çoğunda lisenin ilk yıllarından beri biyolog olmak istediğini, anatomiye ve canlıların genel yapısına ne kadar ilgisi olduğunu söylüyordu. Girdiği iş de Teoman'ın aksine mesleği ile ilgiliydi. Taksim'de bir ocakbaşı dürümcüde usta olarak çalışıyordu. Tamam! Biyolog değildi ama, laboratuvarda uğraştığından biraz farklı olarak yine hayvanlarla uğraşıyordu. İstanbul'a gelip altı ay iş bulamadığında amcasının teklifini geri çevirmeyip  dürümcüde çalışmaya başlamıştı.

Tolga aslen Gaziantep'liydi. Amcası da o dükkanı yıllar önce Antep'ten gelip açmıştı ve şu an Taksim'in en bilinen, sevilen dürümcülerinden birisiydi: "Doctor's Status". Uzun yıllar "Doktor Dürüm" olarak hizmet verdikten sonra İstiklal Caddesi'nin artan turist nüfusunu da göz önünde bulunduran Tolga'nın Amca'sı, 2010 yılının ortalarında dükkanın adını birebir ingilizceye çevirmek için Google Translate kullanınca dükkanın yeni adı o şekilde oluşmuştu. Çeviri için ismi internete yazarken "ü" yerine "u" yazması dükkanını siber alemin en meşhur işletmelerinden birisi yapmıştı. Ekşi tatlı bir çok sitede onun dükkanından bahsediliyordu.

Tolga iki yılı biraz geçen bir süredir orada çalışmaktaydı. O gün de yıllık izininden dönmüş ve evine giden servisi bekliyordu. Teoman uzaktan onu görüp tanıyınca hemen yanına gitti. İki eski arkadaş koyu bir sohbete giriştiler. Teoman yaz boyu uzaktan kuzeninde kalacağını söyledi, dizi işinden bahsetti. Tolga da ev arkadaşı aradığından kiraların yüksek olduğundan bahsetti. Zira sadece ustalık yaparak kazandığı paranın kiradan kalan kısmı ona iyi bir sosyal hayat sağlamıyordu.

Bu sohbetin sonunda bir anda aynı eve çıkmaya ve Teoman'ın kuzeni yerine Tolga'da kalmasına karar verdiler.

Bir toy dizi oyuncusu ve bir ocakbaşı ustası biyolog böylece aynı evde yaşamaya başlamak için ilk adımı attılar...