Terapi

"Dişlerini fırçaladın mı?"
"Oğlum kime diyorum fırçaladın mı dişlerini?"

Diye iki kere tekrarladı sorusunu Aylin. Cenk'ten cevap gelmiyordu. Yorganını bacaklarının arasına kıstırmış ve sırtı dönük şekilde yatıyordu. Aslında sorulan sorulara cevap vermemesi o sabaha özgü bir şey değildi; yaklaşık iki aydır doğru düzgün konuşmuyor, yatağından çıkmıyordu Cenk.
Aylin, Cenk'in üzerinden yorganı seri şekilde çekerek ayak uçlarına kadar indirdi: "Kalk hadi oğlum, kalk yavrum. Doktora gitcez bak, gecikmeyelim randevuya." dedi.

İki aylık sessizliğinin çözümü olarak Aylin onu psikoloğa götürmeye karar vermişti.

Geçen sene anne ve babasının ayrılması onu etkileyen ilk olay olmuştu; yaklaşık iki buçuk ay kadar önce de aşkına hiç bir zaman karşılık alamayacağını öğrenmişti. Hayat için hafif görünen sebepler olsa da Cenk gibi, hayatında çok ciddi sorunlar yaşamamış birisi için onu sessizliğe iten, oldukça yıkıcı olaylardı.

"Hadi annem!" dedi Aylin bir kere daha. Cenk doğruldu, tişörtünü çekerek açılan belini örttü ve yastığını dikleştirerek yatağına oturdu: "Kola var mı evde anne?" dedi. İki aydır kendisine

"Günaydın." bile demeyen, depresyondaki oğlunun kapitalizme karşı koyamayışının şaşkınlığını kısmen sindirince: "Var ama şimdi olmaz Cenk, daha kahvaltı bile etmedik." dedi Aylin; "Hem çay ne güne duruyor eşek sıpası!" diye ekledi gülerek.

- Hep çaydan oldu bunlar anne. Çay yüzünden sevmedi beni. Niye sevsin ki? Uyumadan bir bardak su içerim, sabah uyanır çay içerim, öğlen az mercimek içerim, akşam varsa -çok şükür- yine çay içerim. Kız ne yapsın benimle? Disco'ya, Club'a gidip çay mı içsin? O vodka şişeleri için getirilen buzlu altlıklara demliği, semaveri koyup mu getirsinler anne? Kız istemez tabi... Çaydan oldu hep.
- Neden öyle diyosun oğlum? Seven çay içmediğinden, sevmeyen de çay içtiğinden mi? Seni Dünya'da en çok ben seviyorum, hiç sorun ettim mi çay içmeni?
- Sen etmezsin, anasın sen. Sabahları kibrit kutusu büyüklüğünde keçi boku yesem yine laf etmez, sineye çekersin sen. Hatta tabağımda kalırsa: "Oğlum! Keçi boklarını bitirmedin, ağlarlar arkandan!" bile dersin, çünkü anasın.
- Deli deli konuşma.
- Anne, iki aydır konuşmuyorum diye psikoloğa götürüyosun; şimdi konuşunca da deli deli konuşma diyosun. Gerçi o da doktora gitmek için geçerli bi sebep.
- Sen konuş, iyi ol da. Nasıl konuşursan konuş. İstersen biraz o uğursuz dayına söv? Rahatlarsın. Yada amcanın seni kumar masasında bırakıp borcunu kitlediği güne dönelim de şöyle güzel bi saydır ona? Ama konuş oğlum, ben üzülüyorum.
- Tamam anne. Doktora da gidiyoruz işte, üzülme sen. Konuşurum ben. Bi ömür aşk acısı çekecek değilim ya; ama şu çay konusunda bir şeyler yapmam lazım, onu düşüncem.
- Tamam bu sabah da iç sonra düşünelim Cenk. Kalk hadi dişlerini fırçala kahvaltı etmeyeceksen bile. Geç kalıyoruz.

Yatağından kalktıktan on dakika sonra evden çıkmaya hazırdı. Depresyonda olduğu iki aylık süre içerisinde üniversitedeki bütün finalleri kaçırmıştı. Zaten başarılı bir öğrenci değildi ama en azından bir kaç dersin vizesi iyi olduğu için, finallere girseydi, onları geçebilecek durumdaydı.

Haziran ayının bunaltıcı sıcaklığı arabaya binince ikisinin de derisine nüfuz etti: "Sıçıyım!" dedi kemerin ısınan demiri koluna değince. Aylin duymadı.

Evlerinden deniz kenarına inen yol ve devamında başını hiç kaldırmadı, yol kenarındaki ağaçların kucağına düşen gölgelerini izleyerek yolculuğu tamamladı. "Benim gelmemi istemediğine emin misin?" dedi Aylin. O da annesinin arabadan inmesine bile izin vermeden yolladı. Psikoloğun tabelasına bakıp içeri girdi.

Muayenehaneye girdiğinde onu sekreter karşıladı: "Cenk Bey değil mi? Hoş geldiniz." diyerek onu beklemesi için koltuğa alıp doktora haber vermeye gitti. Geri dönüp Cenk'i içeri alması ise otuz saniye sürdü.

Cenk derin bir nefes alıp içeri girdi.

"Cenk, hoş geldin." dedi, babacan ve tok bir ses tonuyla Psikolog Osman Güngör. "Hoş bulduk." dedi ve koltuğa otururken kısık bir sesle "İnşallah!" diye de ekledi Cenk. Oturduktan sonra biraz Osman'ı biraz da odayı inceledi. Alaycı bir şekilde tebessüm etti. "Ne oldu genç adam? Sen de sanırım bizim mesleğe saygı göstermeyenlerdensin?" dedi Osman.

- Benim saygısızlığım kendime. Size ve bu güzel odaya değil.
- Neden saygısızsın peki kendine karşı?
- Ooo ilk fırsatta terapiye girerim diyorsunuz. Ben bu yaşıma kadar en çok "morali bozuk" bir adam oldum. İşin psikologluk olacağını hiç düşünmezdim. Ondan sanırım kendimle aram biraz soğuk bu dönem.
- Peki sen psikologluk eden ne?
- Şöyle; ben hayatın bütün klişelerinden mustarip olan bir adamım; ev, okul, ilişki aklınıza neresi gelirse. Burada olma nedenim ise özellikle tek bir klişe; "Ben seni arkadaş olarak görmüştüm.".
- Demek gönül işi burada olma nedenin?
- Aslında öyle de denilebilir Osman Bey. Bu arada size Osman Amca diyebilir miyim?
- De bakalım.
- Yaşayın. Şimdi o bana "Seni arkadaş olarak görüyorum." deyince benim aklıma babamın dediği bi laf geldi; "Biz annenle birbirimizi sevdiğimizden değil, iyi anlaştığımızdan evlendik. İyi iki arkadaştık." demişti.
- Sen de o zaman bu kızla evlenmeyi mi düşünüyorsun?
- Onu buna ikna edemem sanırım.
- Seni ona aşık eden ne peki Cenk? Belki de hislerin bu kadar üzerinde duracak ve canını sıkacak şeyler değildir?
- Sizin diplomanız gerçek değil mi?
- Gerçek gerçek, için rahat olsun.
- Beni ona aşık eden olduğu kişi olması. Ettiği bir küfrü de seviyorum, ağlamasını da, canının sıkılmasını da, beni sevmeyişini ve bu konuda kararlı oluşunu da. İyi olan yanları herkes sever; ben başkalarının kötü diyeceği şeyleri de sevdim. İki sene söylemedim kimseye hislerimi. Dört beş ay önce rakı masasında ağzımdan kaçırdım en yakın arkadaşıma. Sonra da gaza gelip kıza açıldım iki buçuk ay önce. Gerisi karanlık.

Geçtiğimiz sene Nisan ayında iki hafta raporluydu. O yokken sürekli yağmur, rüzgar, kıyametti havalar. Onun geldiği gün güneş açtı, sonra da bozmadı tekrar hava. Ben; "Baharı getirdin." dedim, "Ben ne zaman gelsem bahar gelir." dedi o da. Sonra gelmedi işte. Bi birbirinden uzak olup yanyana hissedenler var bir de yanyana olup uzak hissedenler. İkimiz de birer seçeneğe uyuyoruz onunla.
Şimdi mesela kapıya tekme atıp girse içeri: "Gel buraya şapşal! Ben de seni seviyorum ama söyleyemedim! Dermanın Osman'da değil bende!" dese, elimden tutup götürse beni. Bunu yapmasa bile kısa mesajla bari söylese sevdiğini; uzun uzun sevsin de ben mesajın kısasına razıyım.

- Anlıyorum. Az önce dediklerim için özür dilerim, sen baya aşıksın.
- Tabi Osman Amca manyak mısın ya? İki aydır tek kelime konuşmuyorum diyorum. İki ayın üzerine bu kadar konuşunca da ağzım kurudu.
- Su vereyim mi? Ya da başka bir şey içer misin?
- Valla sen de içersen karşılıklı bi Türk Kahvesi içelim?
- Sevdim seni valla Cenk. Tamam söyleyim, orta söylüyorum?
- Uyar Osman Amca.

Sanki oraya kahve içmek için gitmiş gibi sustu Cenk. Sekreter kahveleri getirip verene kadar tek kelime etmedi, koltuğun dikiş yerleriyle oynadı.

Kahveler gelip sekreter odadan çıkınca Cenk kahvesini alıp bacak bacak üstüne attı;

- Osman Amca'cım gelelim sebebi ziyaretime.
- Nasıl?
- 'Ziyaret sebebime geleyim.' diyorum eski Türkçe'de.
- İyi olmak, iyileşmek, derdini anlatmak dışında mı?
- Şimdi özünde o tabi ki sebep ama nasıl olacak? Annem bana, psikolog bakıyorum senin için dediğinde aklıma direk sen geldin. Gideyim dedim. Hem derdimi anlatırım hem de bi acı kahve içerim.
- Oğlum ne diyorsun sen?
- Ben senin kızını seviyom Osman Amca. İstemeye geldim. Allah'ım emri Peygamber'in kavli ile Melis'i senden kendime istiyorum.
- Cenk saçmalama. Senin deminden beri anlattığın kız benim kızım Melis mi?
- Evet. Dedim ki madem beni arkadaş olarak görüyor ve benim ailemin temeli de bir arkadaşlığa dayanıyor, her ne kadar şu an boşanmış olsalar da, biz de evlenelim; hem benim hem Melis'in istediği olsun. Terapinin bitmesine on dakika kaldı, eğer cevabını on dakika içerisinde verirsen çok sevinirim.
- Cenk senin çözümün sanırım sadece bu terapiyle olmayacak evladım. Anneni arıyorum hemen.
- O mu istesin? Aile büyüğü olarak daha doğru olur ama bu sefer de babamı da çağırmak gerekecek diye ben burayı panayıra çevirmeyeyim dedim.
- Yok yok. İstemeyi unut. Seni gelip alması için arayacağım. Sonra ikimiz de bugünü unutacağız tamam mı?
- Ama beni bi sevdin de mi? Yani "Böyle damadım olsa!" diye geçirdin içinden.
- Cenk yapma çocuğum.

dedi Osman, Cenk de yapmadı. Daha doğrusu o ana kadar yaptıkları yüzünden orada olmayı hakettiğine ikna oldu, kendisini deli gibi hissetti. İki aydır süren sessizliğine geri döndü. Aklına gelen dahiyane bir fikirmişçesine bunu da denedikten sonra tekrar çaresizliğine sığındı. Aylin geldi. Doktor olan biteni ona anlattı, Aylin de doktordan çok özür diledi, sonra da Cenk'le arabaya bindiler.

Marşa basmadan önce oğlunu izledi; "Ah be oğlum, ah be çocuğum!" dedi Aylin. Tam önüne dönüp arabayı çalıştıracakken Cenk elini tutup başı önde ona doğru döndü: "Eve gidince çay da demler miyiz anne?" dedi.

Yol boyu, kucağına düşen yaprak gölgelerini izleyerek eve döndü.