Kötü Değiliz.

Henüz hiç kötülük yapmamışken herkes iyidir özünde.
Bu yüzden teoride iyi bile diyebiliriz bütün kötülere.
Zaten, sırf yağmurda ıslandı diye kim kuru değilsin diyebilir ki birine?
Sadece sessizlikte anlaşılan çığlıklar var bu hayatta, fısır fısır, durmaksızın haykırılan. Sadece gözlerimizi kapattığımız zaman gerçekleri görebileceğimiz kadar yalancı boşluklar var baktığımız.

Biliyorum, sıkıldınız.

Biliyorum, gitmek istiyorsunuz ve emin olun önemli olan gideceğiniz yer değil sizin için; sadece gitmek istemeniz.

Çocukken elinizden kurtulup gökyüzüne uçan balonun peşinden gitmek istiyorsunuz; türlü nesnelere benzettiğiniz bulutların arasından.

Biliyorum, büyümek iyi gelmedi kimseye. Sözcük haznenize hiç istemediğiniz kelimeler katıldı artık; hırs, intikam, nefret, öfke vb.

Artık sadece kendimizle kaldığımızda itiraf edebildiğimiz sorunlarımız ve kendimize kızgınlıklarımız var. Dört duvar arası çocuk hayallerimizin yerine artık kafamızın tam içinde o dört duvar.

Ama her şey siyah olsa da vazgeçmeyeceğiz beyaz boyalarımız bitene kadar.

Komiser Hakan - Geceler

"Burak kapama gözlerini Burak!" diye bağırdı Çetin, Burak'ı üç saniye önce vurup koşarak uzaklaşan adamın arkasından bakarken.

İki aydır peşinde oldukları bir cinayet zanlısının Beşiktaş'ta olduğunu öğrenmiş ve Çarşı'ya yakın barlardan birisine gelmişlerdi. Girişteki görevliye zanlının adını sordukları sırada zanlı onları fark etmiş, aralarında dört beş dakikalık bir kovalamaca geçmiş ve sonunda da Burak vurulmuştu.

1 Yıl Sonra...

- Lan şu şekerin içine neden ıslak kaşık koyduğunu bana bi söyleyebilir misin Cinayet Masası Komiseri Burak Bey kardeşim?
- Çetin tükürcem şarap çanağına! Ben tepsiye bıraktım o kaşığı, alıp sen atmadın mı şeker kavanozuna? Hem biten kornişon turşu kavanozuna şeker doldurmuşsun; her çay içtiğimde turşu demlemişsin gibi tat geliyor ağzıma, hem de dırdır ediyorsun.
- Öyle mi oluyor Burakcığım? Ne kavanozuna koyaydım şekeri? Biber salçası al o bitince ona koyayım istersen?
- Ya tamam tamam. Şu televizyonun sesini açsana az bi de şu yetenek yarışmasını geçsene oğlum. Bıkmadın mı rap yapan Almancı izlemekten.
- Sen yapımcı olsan nasıl bi televizyon programı hazırlardın la Burak?
- Yurt dışından güzel bi format getirirdim kardeşim. Mesela Amerika'da uzay mekiklerinin uzaya gönderilişini gösteriyorlar ya, geri sayım filan. O tarz bir şey olabilir.
- O dediğin direk haber bülteni oğlum, öyle bi program mı var?
- Biz onu program olarak alırız. Uzay mekiğine de Acun'u, Seda Sayan'ı, Orhan Kural'ı filan doldurup ateşleriz canlı yayında. Hatta kimleri koyacağımıza da halk SMS oylarıyla karar verir.
- O zaman Yıldırım Demirören'i VIP olarak alırsın mekiğe sanırım.
- Onun yeri kaptan köşkü zaten.

Çetin bir an durdu. Aklına bir şey gelmesi gerekiyormuş ama henüz gelmemiş gibi baktı halının kenarından görünen parkeye. Çetin'in salonunda bir üçlü bir de ikili koltuk vardı. İkili olan her zaman kıyafetlerle kaplı olurdu. Üçlü koltuğun arkasında da tam dört yıldır yirmi beş dakika geri vaziyette çalışan bir duvar saati asılıydı. Boş ama dolu bir salondu onunki. Aslında sadece salonu değil hayatı da anıları ve sevdikleriyle doluydu. O an hatırlayamadı ama ne diyeceğini.

Burak da onun hatırlama çabalarını izliyordu.

Çetin'in bir an gözleri açıldı:"Lan senin vurulduğun gece gittiğimiz barın adı neydi?" dedi. Burak soruya anlam veremese de "Külüstür" diye cevapladı.

- Oğlum sen vurulduktan sonra biz bara dönüp de kapıda eşgal sorduğumuz görevliyi aramıştık, bulamamıştık ya. Az önce magazin haberlerinde gördüm; çıtayı yükseltmiş pezevenk, Reina girişinde duruyordu Murat Boz mekana girerken. Hakan Abi'yi de arayalım kendisini bir ziyaret edelim ne dersin? Bi soralım Rıza'ya neden bizim geldiğimizi işaret etmiş?
- Hadi çıkalım.

dedi Burak hiç düşünmeden. Yolda Hakan'ı arayıp Reina'ya çağırdılar ama hep birlikte Reina'ya gittiklerinde aradıkları bodyguardın izin günü olduğunu öğrendiler ve ev adresini aldılar.

Bodyguard Saffet'in evi üç katlı eski bir binadaydı. Kapıya dayandılar, yarı uyur halde Saffet açtı kapıyı. Kendilerini tanıtınca içeri buyur etti onları Saffet. Salona girdiklerinde kağıda sarılı büyük halı dikkatini çekti Burak'ın. Bir de televizyon vitrinindeki Saffet'in Rıza'yla olan fotoğrafı.

"Rıza'yla alakan ne Saffet? Uğraştırma bizi, anlat her şeyi hemen." dedi Hakan.

Burak lafa girdi:"Bu kağıda sarılı halı maktulün evinden çalınan İran halısı olabilir mi?" dedi. Çetin ve Hakan geriden izlemeye karar verdiler Burak'ı. Saffet de bu soru karşısında şaşırmıştı. Uzun süre sessiz kalınca bir yerde cevap da vermiş oldu. "Ne alakanız var anlatacak mısın yoksa cinayete ortaklıktan mı tutuklayalım seni?" dedi Burak.

- Anlatayım komiserim. Ben bu Rıza'yla eski komşuyum. Sık sık benim dükkana gelirdi zaten. Bir gün geldi bana bu öldürdüğü kadından bahsetti. Evinde değerli mücevherler filan varmış. 'Yalnız' dedi, 'Bir de İran halısı var, onu yakın olduğun için senin eve atarım. Biraz süre geçince de alırım.' dedi. Sizin bara geldiğiniz gece de benden halıyı alacaktı. O yakalandı, ben de bi yıldır elimi bile sürmedim halıya, korkudan atamadım da komiserim.

dedi.

"İyi yapmışsın." dedi Burak. "Halıya el sürmeyecek kadar güzelmiş vicdanın. Bir de masum bi kadının ölmesini engellemeyecek kadar."

Komiser Hakan - Rüya

- Burcu? Sen misin gerçekten?

- Benim Hakan. Neden bu kadar şaşırdın ki? Görmek istemiyor musun yoksa beni?

- Hayır, hayır. Tek görmek istediğim ama uzun süredir göremediğim insan sen olduğun için şaşırdım sadece.

- Anladım. Nasılsın peki?

- İyiyim demeyi çok ister bi haldeyim ama diyemiyorum. İnan bana çok istiyorum "İyiyim." demeyi ama yalan da söyleyemiyorum. En son ne zaman iyi oldum onu bile hatırlamıyorum Burcu. Sen gittin ve benim içimdeki bir çok duyguya haciz geldi. Direnemedim bile icra için gelenlere. Lüks otellerin mini barındaki şarabı içip de hesaba yazılmasın diye içine su koyarlar ya; o şarap şişesi gibiyim. Sorsan dolu ve hala en az yirmi yıllık lüks bir Fransız şarabıyım; ama aslında bildiğin bakterili musluk suyu dolu içim.

- Elimi tutmak ister misin?

- Ben artık güzel şeyler yapmıyorum Burcu. Yanlış anlama; elini tutmak isterim. Elini tutmayı sessizlik yemini gibi isterim. Bi tutsam ömür boyu bırakmadan ve çıt çıkartmadan yaşarım ama tutmayacağım. Çünkü tekrar bırakmam gerekecek bi yerde.

- İçinde büyük bir öfke var sanki bana karşı. Çok mu kırdım seni?

- Beni kıran sen değilsin. Değerlerimi terk etmem. Ben bu hayatta değerlerimi bir kere terk ettim. O da sana aşık olurken. Ben ne aşık olacaktım ne evlilik hayali kuracaktım ne çocuk sahibi olacaktım. Ben sana aşık olmayı seçtim.

- Ve şimdi uyanman gerekiyor sanırım?

- Ne?

- Kalk hadi Hakan.

Yastığının altına koyduğu telefon yüksek sesle çalıyordu. Gözlerini çalan alarmla açtığında anladı rüyada olduğunu. İlk kez bir Kasım sabahı bu kadar terleyerek uyanmıştı. Ne yapacağını bilmez bir halde, bisiklet pedalı çevirir gibi tekmeleyerek yorganı üstünden attı. Gözlerini önce kocaman açıp sonra sımsıkı kapatarak emin oldu uyandığından. Telefonuna baktı, mesaj veya cevapsız arama yoktu:"Şu an için öldürülen kimse yok." diye düşündü. İki gram kahvaltı keyfi olan bir adamdı Hakan ama gördüğü rüya o keyfi de almıştı elinden. İzin günleri olduğu için Çetin ve Burak'ı da aramak istemedi.

Yüzünü yıkamak için banyoya gittiğinde yatak odasında bıraktığı telefonu çalmaya başladı. Banyonun girişindeki kirli sepeti dolup taşmıştı ve yatak odasına koşarken sepetten taşan kazaklara takılıp tökezledi.

Odasına gidene kadar telefon sustu. Arayan Çetin'di. Hemen geri aradı:"Günaydın Çetin, hayırdır?" dedi. "Abi sana anlatmam gereken bi sıkıntım var. Uygunsan geleyim mi?" dedi.

- Gel, gelirken de bira al.

dedi Hakan. Makul bir insanın "Sabah sabah ne birası abi?" demesi beklenirdi ama Çetin:"Malt mı istersin filtresiz mi?" diye sordu.

Yarım saat gibi bir sürede geldi Çetin. Ayakkabılarını, montunu çıkartması ile ilk birasını bitirmesinin arasında sadece beş on dakika vardı. O ilk birasını içip de anlatmaya hazır hale gelene kadar sustu ve izledi Hakan. Biraz içip rahatlayınca da konuya girdi;

- Çetin neyin var? Anlatacak mısın oğlum?

- Geçen bir cinayete gitmiştik ya biz abi. Sen raporluydun gelmemiştin işe.

- Hatırladım. Ee?

- İhbarı aldık biz önce abi. Ben Burak'la hemen arabaya atlayıp yola çıktım. İşte bi yirmi dakika filan sonra vardık olay yerine. İnşaat halinde bir bina. Bunun giriş katındaydı ceset. Giriş kattaki bütün kolonları çevreleyecek şekilde şerit çekmiş çocuklar. Biz gittiğimizde binanın önüne denk gelen tarafta toplanmıştı herkes ama şeritin iç tarafında sadece Olay Yeri İnceleme vardı. Biz onları görmedik tabi arabadan indiğimiz anda. Çok kalabalıktı binanın önü. Ben biraz sert yapa yapa yürüdüm, ilerledim kalabalığa doğru:"Açın şurayı ya, açın!" filan diye bağırdım. Sonra onlar açıldılar. Üzerinde Olay Yeri İnceleme yazan şerit kaldı karşımda ve o şeridin hemen arkasında da ceset vardı. Cesedin başında da Aslı. Alnına düşen kızıl saçlarını, eline geçirdiği ameliyat eldiveniyle arada bir topluyor ve cesedin üzerinde delil arıyordu. İlk orada gördüm abi onu. Burak'a sordum "Bu kim?" diye, "Ankara'dan yeni tayin olmuş, Aslı." dedi. O Aslı'ydı onu anlamıştım da ben Kerem değilim be abi. Akşam işten yorgun argın gelip eve girersin de hanımının mutfakta kaynattığı tarhana kokusu gelir ya burnuna, o kız orada ölü bir adamla uğraşırken bana bu hissi yaşattı. Keşke bu akşam eve dönerken o beni evde bekliyor olsa da arayıp "Gelirken ekmek alayım mı?" diye sorabilsem diye düşündüm. Ben onu bir gördüm, şimdiye kadar dosyasına baktığımız bütün maktuller melek oldu gözümde sanki. Şimdi söylesene bunun çözümü nedir? Ben bildiğin aşık oluyorum.

- Olma.

dedi Hakan. Biraz durdu, hala rüya görmediğinden emin oldu;

- Aşık filan olma. Öncesi de aynı sonrası da.

Komiser Hakan - Milli Maç

"Şurdan cipsi uzatsana bilader." dedi Çetin gözünü televizyondan ayırmadan. Dile kolay, yıllar sonra Almanya karşısında iyi top oynayan bir milli takım vardı sonuçta.

"Tamam lan, Berlin Duvarı hangi sene yıkıldı bilirsen uzatırım cipsi." dedi Burak. Çetin bir an durdu. Duvarı düşündü, ama sadece Berlin'dekini değil. O daha küçükken sokaklarında inşa edilen gecekondunun duvarını da düşündü, topları kaçardı oraya sık sık ve bahçedeki köpek yüzünden alamazlardı. Sonra Berlin'e gitti tekrar, gurbetçileri geçirdi gözünün önünden. Duvar gelmiyordu aklına duyduğu haberler arasında;"Demek ki çok önceden yıkılmış." diye düşündü "1943" dedi.

Burak onun bu soğukkanlı cahilliği karşısında donup kalmıştı:"Tabi Çetin'cim. Hatta Hitler 2. Dünya Savaşı'nı çıkarttığı sırada kendi yıktı duvarı; mutfakla salonu birleştirir gibi birleştirdi ülkeyi de mi?", Çetin daha ağzını açamadan devam etti:"Yok lan sana cips filan, mal gibi televizyon izle sen anca." dedi. Çetin kalktı söylene söylene kendi aldı cipsi.

"Az önce Berlin deyince bizim mahalledeki gecekonduyu düşündüm Burak. 'Ne alaka?' deme, duvardan oraya bağladım konuyu. Lan oradaki adam bildiğin deliydi ya, ama ondaki huzur da, lan oğlum vur oradan da artık vur ya, daha kaç kişiye çalış atacaksın, heh işte ondaki huzur mahallede başka kimsede yoktu." dedi.

- Çetin şu an yanımızda üçüncü bir kişi olsa "Çetin bize bir şey anlatmaya çalışıyor!" diyeceğim oğlum. Ne diyorsun ne saçmalıyorsun sen?
-Heh işte ben de oraya geliyorum. Ben acaba ilerde imar verilecek bir ilçeye gecekondu mu yapsam?
-Yap tabi Çetin'im yap. Behzat Ç.'de Hayalet rolünü de sana veririz.
-Dalga geçme oğlum. Mantıklı değil mi? Devlet zamanı gelince tapusunu verecek nasıl olsa.
-Çetin salak salak konuşma. Mülk sahibi olduğun bir evin var zaten senin, ne bok yemeye gecekondu dikmenin yollarını arıyorsun?
-Tamam abicim tamam. Bir şey demedim ben. Hadi maçı izleyelim.

Dediğini yaptı Çetin; milli futbolcularımıza küfretmek ve teknik direktörün aklına asla gelmeyen taktikleri ekrana haykırmak dışında maç bitene kadar sustu. Hatta maçın sekseninci dakikasında eve gelen Hakan'a "Hoş geldin." bile demedi.

Maç bitip de milliler yine yenildikten sonra gecikmeli de olsa selam verdi Hakan'a. Hakan Çetin'in sararan köpek dişine dikkat kesildi selamlaşırken. Sararmıştı ama hepsinin arasında benzer bir tonda sararmış gibi değildi. Bembeyaz tenli İngilizlerin olduğu bir arkadaş grubundaki kızıl saçlı Hintli gibi duruyordu. O an penseyi alıp çekesi geldi o dişi ya da ağzına sıkı bir yumruk atıp düşüresi. O dişi ultrasonda evladı olarak görse karısını doğrudan kürtaja götürürdü; o derece irrite etmişti onu. Televizyona odaklanmayı denedi, maçın gollerini gösteriyorlardı. Burak'a baktı, o da elindeki bira şişesinin etiketini sökmekle meşguldü.

"Ben nerede yatacam Çetin çok uykum var dedi." Hakan.

- Abi yeni geldin, saat de erken hem. Oturmayalım mı biraz?
- Yok, benim tadim kaçtı. Ben yatacam.