Bir Jigolo'nun Anıları - 1

Adınızı değiştirmeyi hiç düşündünüz mü? Severek dinlediğiniz, izlediğiniz; oyuncular, şarkıcılar 'sahne' adı kullandıkça siz de kendinize farklı farklı isimler yakıştırdınız mı? Siz yakıştırmasanız da yakıştırmak zorunda olan ve adını değiştiren birisi vardı. Tabi ki birden çok kişi vardı bunu yapan ama konumuz onlardan sadece biri.

Çok zor duruma düşünce insan gerçekten her şeyi yapabilirdi. Peki düştüğünüz zor durum maddiyatla ilgili olsaydı, ne kadar ileri gidebilirdiniz? Tesadüfen karşınıza çıkan bir maceraya hiçbir şeyi düşünmeden atlar mıydınız?

...

Tufan o sabah da hafta içi her gün olduğu gibi saat 6:30'da uyandı. Aslında alarmı çalmasa ya da en azından telefonu kolay ulaşacağı bir yerde olsa hayatta o saatte uyanmazdı. Yarım saat kadar gözleri yarı kapalı gezindikten sonra saat 7 gibi çayı demlemek için gözlerini açtı. Bir yandan da dolaptan zeytini peyniri masaya taşımaya başladı. Ev arkadaşları ikinci öğretim olduğu için onlar henüz yeni uyumuşken o uyanıp hazırlanıp okula gidiyordu.

O sabah da uyandığında kafasında her zamanki hesapları vardı: "Kahvaltıyı evde yapıyorum 5-6 lira ordan kârım var, dolmuşa geçerken metroya binmeyip yürürüm 1,25 de ordan, öğlen yemekhanede yerim, akşam da yine makarna. Böylece günü maksimum 10 lira filan harcayarak geçiririm.".

Hep zorlanıyordu ailesinin gönderdiği parayla geçinirken ama son aylarda arkadaş grubu yeni bir aktiviteye sarmıştı:"Sinema". Sürekli bir filme gidiyorlardı. Aslında o gitmeyip eve dönmeyi düşünüyordu her seferinde ama hoşlandığı kız da o grupta olunca dayanamayıp gidiyordu filme.

Kahvaltısını ederken sınıf arkadaşlarından Metin aradı: "Oğlum sen kesin unutmuşsundur diye aradım, sakın okula filan gitme, hoca hasta biliyosun haftaya telafi dersi yapacak, bugün ders yok yani." dedi. Hakikaten de unutmuştu. "Lan az kalsın yok yere yol parası verip geri dönecektik." dedi ve telefonu kapattı.

"Ee napalım o zaman ya." diye düşündü. Bilgisayarı açtı, son gezindiği sitelerde dolaşmaya devam etti. Facebook, twitter, ekşisözlük, bir iki forum derken birden bir pop-up reklam açıldı: "Gözü yaşlı yalnızların yaşlarını silin. Bakımlı, yakışıklı erkekler siz de bize katılın." bu kısma kadar çok umursamadı ama devamındaki "Ayda 10.000 kazanmak istemez misiniz?" kısmında gözleri açıldı. "Bu ne lan!" diye düşündü, neyin reklamı olduğunu anlayamadı. Kaslı bir erkek resmi, altında da o metin.

"Kime katılıyoruz naaapıyoruz?" dedi fal taşı gibi açılmış ekrana diktiği gözleriyle. Reklamdaki site linkine tıklayıp siteye bağlandı. Zaten işin aslını da o siteye girdiğinde anladı. Karşısına direk bir bilgi formu çıkmıştı, yanında 50 yaşlarında bir kadın resmi olan...

 Ama o ne işin garipliğinde ne de o resimdeki kadının yaşındaydı. Aklındaki tek konu ayda 10.000 gelirdi. Gitti bir bardak daha çay aldı. "Nasıl olur ki lan?" diye de ciddi ciddi düşünüyordu bir yandan da.

Bilgisayarın başına oturdu. Formda hangi bilgileri istediklerine baktı tekrar. "Bilgilerin hepsine bir şey sıkarım da cep telefonu zorunlu onu naapcaz?" diye düşündü. Sonra onu da yazmaya karar verdi, nolcaktı ki?

Ama "Tufan" adıyla olmazdı, bir isim sıkması gerekiyordu. Zaten sitede de sadece "ad" kısmı vardı. Biraz düşündü ve "Berk" yazdı. Sonra da kalan kısımları doldurup "Formu Gönder" butonuna bastı.

O anda da kendini "Dexter" gibi hayal etmeye başladı. "Gündüzleri öğrenci geceleri de Jigolo, gizli bir kimlik, gizemli bir adam. Tam Dexter gibi olacaksın oğlum ya. Hem o da kimseye çaktırmadan gizliden kaçaktan et kesiyo. Aynı lan valla aynı." diye düşündü.

Ne olacak, nasıl olacak bilmeden beklemeye başladı. Salona geçti televizyonu açtı. Sabahları o saatte hangi programlar olduğunu bilmiyordu; sabah haberleri, kadın programları derken 2-3 saatini geçirdi. Öğle yemeğine bir şeyler hazırlayım diye ayağa kalkmıştı ki telefonu çaldı, yabancı bir numaraydı arayan. Biraz çekinerek telefonu açtı ve karşısındaki kadın lafa girdi;

- İyi günler Berk Bey. Bize yaptığınız başvuru üstüne sizinle irtibata geçiyorum. Bize göndermiş olduğunuz telefon bilginizle birlikte en az bir de fotoğrafınız gerekiyor. Sitemize yükleyeceğiz ve müşteriler oradaki profilinizden direk sizinle iletişime geçecek. Sitemizdeki adrese en az bir fotoğrafınızı göndermenizi bekliyorum. Hemen gönderirseniz bir saat içerisinde profilinizi aktifleştireceğim.
-Şey, peki suratımın görünmesi gerekmiyo de mi?
-Hayır, hatta çoğu profildeki fotoğraflar zaten olabildiğince kas içeren fotoğraflar.
-Anladım o zaman ben size hemen gönderiyorum.

Bildiğin bu işe artık ciddi ciddi kalkışıyordu ama hala karşıdakiler kim? Ne yapacaklar? bunları hiç düşünmüyordu. Fotoğraflarından 2 tanesinden kafa kısmını paintte kesip sitedeki mail adresine gönderdi ve siteye girip sürekli sayfayı yenilemeye başladı, kendi profilinin açıldığını görmek için.


https://twitter.com/biryirmidort




Beden Eğitimi Öğretmeni Sıla Zencer'in Hikayesi

Kars'ta soğuk bir kış günüydü. Köyün bakkalına giden Metin aldığı iki ekmek ile evine dönüyordu koşturarak. Neyse önemli olan Metin ve ekmekleri değildi. O sırada Fethiye'de bir kız çocuğu doğdu. Babası ona ünlü şarkıcı Sıla'nın adını verdi. Böylece "Sıla Zencer" efsanesinin de ilk adımı atılmış oldu.

Sıla normal çocuklardan daha hızlı büyüyordu. Önce ayakları büyüdü, sonra elleri sonra kol ve bacakları. Ancak beyni bir türlü normal boyutlarda büyümüyordu. Okuldan kalan zamanlarda koşuyor, koşuyor, koşuyordu. Anasına sövmüşler gibi çocukları kovalıyordu, Mecidiyeköy'de fenerli görmüş gibi koşuyordu.

Sonra üniversitenin ilk yıllarında aşık oldu. Sınıftan bir arkadaşıyla seviyeli bir ilişkiye başladı. Fakat o çocuktan da koşarak kaçtı. Durmadan koşuyordu. Avrasya maratonuna katıldı, birinci bitirdi. Koşmayı bırakmadan gitti Avrupa'da bir maratona katıldı; paso koşuyordu. Sekiz yıl koşup Türkiye'ye tekrar koşarak döndüğünde Edirne'de bir köyde ona bir ihtiyar seslendi:"Nereye koşuyosun yeğenim, gel otur iki soluklan."

O soluklanma onun yılladır ilk duruşuydu. Amca ona KPSS'yi öğrenciliği anlattı. Onun da kafasına yattı sigortalı bir işte koşmak. Beden eğitimi öğretmeni olmaya karar verdi. Bir yandan da kendi markasını "sılazencer"i kurarak spor ayakkabı ve diğer spor malzemelerini üretmeye başladı.

Okulu bitirdi. Atama beklerken koşmaya devam etti. Koştuğu günlerden birinde, otobüsü koşarak yakalamaya çalışan bir bankacıyla tanıştı ve sonra da onunla evlendi.

Yıllardır da koşuyor. Kimi oturuyor, kimi çocuğuna bakıyor kimi eşini özlüyor kimi annesini babasını ama hepsi Sıla gibi hala atama bekliyor.

ses..bir..kii

ilham mı gitti böyle bir şey oldu ya. değişik. bir süre buralarda olmam. kim okur kim bakar buraya onu da bilmiyorum da diyeyim dedim.

twitter.com/biryirmidort

Deneme; Bir İki...

Hayat, çok garip.
Bile bile girilen bir lades gibi ama tek farkla, bilmeden bırakılıyoruz tam ortasına.
Nerede ne yaparsak en iyisi nereden bile biliriz ki?
Düşünmek diye bir özelliğimiz var, sonra o da gidiyor bazen elimizden, tutamıyoruz ki.
Kafamızı kaldırıp gökkuşağındaki renklere bakarken,
Altından nice renk akıp gidiyor biz görmeden.
En uzağı en yakın belliyoruz bazen,
Bazen ellerin kavuştuğu rüyalar görüyoruz, sessiz, kimsesiz, yalnız.
Ne kadar yorgun olursak olalım uyanmak istiyoruz,
Gözlerimiz nemli,
Yastığımız nemli.
Hasret çekiyoruz sürekli, bilinmeyene ya da en iyi bildiğimize.
Ne işe yaradığını bilmeden ezbere nefes alıyoruz, yedi gün yirmi dört saat.
Ve bir yirmi dört saat daha ekliyoruz hayatımıza,
Bazen dua edip bazen de sitem edip uyuyarak.
Biz büyüdükçe mi büyüyor hatalarımız,
Ve pişmanlıklarımız bilmiyorum.
Kendi üzüntümüzden çok bir başkasınınkini düşününce insan oluyoruz,
İnsan olduğumuz yerde kalakalıyoruz.
Ne bir cümle, ne bir ses.
Boğaz düğümlenince bir kez,
Buz kesiliyoruz.
İçimizde bir alev cayır cayır yanarken,
Gözler her sıfatta o gözleri ararken,
Sen kovaladıkça kader senden kaçarken,
Çıkmaz ne kadar sokak varsa hepsine giriyoruz.
Görüyoruz, duyuyoruz, hissediyoruz;
Birileri ne görüp ne duyup ne hissederken.