dört mevsim, bir insan

hala:"yalnızlık tek kişilik bir iştir." diyorsanız tekrar düşünün.

insanlar olarak, yalnız bir adamın bedenindeki hücreleriz;
ve bizim bir araya gelişimiz onun yalnızlığını besliyor.

maalesef bu beden insan doğasına o kadar aykırı ki;

fikirlerini, ideallerini anlatmak istersin; hayalperest olursun.

gülersin, yeri olmaz.

ağlarsın, erkek adam olduğundan yakışmaz.

koşarsın ses olur.

susarsın küs olur.

oturursun, oturmaya mı geldik olur. kalkarsın "daha çay içcez otur." olur.

söversin pis olur, seversin söz olur.

zordur.

"herkesin bir derdi var. başkaları da mutsuz, o yüzden takılma kendi dertlerine bu kadar. bir sen değilsin." cümlesini duymak gibi acı verir bazen hayat; başkasının mutsuzluğundan dolayı kendi sıkıntılarınızı umursamamanız beklenirken.

çaresiz insanlar çekip herhangi bir yere gitmek ister, yalnızlar ise sadece sessizliği. yalnızlığın kokusu kıyafetlerine sinmiş bir adam nereye giderse gitsin bavulunun en ön gözünde yalnızlığı da gelecektir zira.

amerikan filmlerinde "akşam gelince seninle vakit geçiririz." diyen babalar ve o cümleyi gözleri parlayarak dinleyen çocuklar vardır ya; işte hayat, öyle deyip de akşam gelmeyen baba, bizler de o çocuklarız.

neyi beklediğimizi bile bilmeden bekliyoruz.

kış olur yazı özleriz, yaz olur kışı ama özlemeye dalıp ne kışı yaşarız ne yazı.

o yüzden bize sadece sonbahar kalır.

Sıradaki Şarkı

Askerdeyken, çarşı izinlerinde koşarak internet kafeye giderdik, genelde iki poğaça ile geçiştirdiğimiz kahvaltıların ardından. Derin sessizlik içinde geçen bütün bir haftanın üzerine herkes kulaklığını takıp en sevdiği şarkıyı dinlemeye başlardı; emin olun müziğin ne kadar önemli bir şey olduğu en iyi o şekilde anlarsınız.

Kıymetini önceden hiç bilmediğiniz bir enstrümanın sesi özgür hissettirir size gözlerinizi kapattığınızda. Sonraki çarşı iznine kadar yetecek şarkı yüklemek gerekir çünkü ruha.

Simit de öyle. Onun da ayrı gelir tadı ciğerlere işleyen soğukta.

Neyse simit bu saatte konuşulacak bir konu değil ama.

Demek istediğim şu ki; bilmiyoruz.

Kıymet bilmiyoruz.
Neyi istediğimizi bilmiyoruz.
Karşıdakini üzmemeyi bilmiyoruz.
Bazen yaşamayı bile bilmiyoruz.

O çarşı izinlerinde hiç Pilli Bebek dinlemedim. Pilli Bebek bir çok hisse hitap etse de, depreştirdiği en yoğun hisler orada kaldırılabilecek cinsten olanlar değildi çünkü.

Popüler kültürden dolayı da değil Pilli Bebek sevgim, tamamen anılarımla alakalı. Henüz yıkılmamışken -ve hatta SGK çatısı altında bütün sandıklar toplanmamışken- SSK İşhanı'ndaki barlara -üzerimizde lise kıyafetimizle- 18 yaşından büyük olduğumuzu ispat etmeye çalışarak girmek isterdik. Girersek "Ya kimlik kontrolü olursa!" diye korkarak, giremezsek de mekanın içinden gelen Siyah-Beyaz'ı ve bilumum Ankara grisi yüklü parçayı dinleyerek vakit geçirirdik. Sanırım yaşadığımız an ve gelecekten değerli olan bir şey varsa o da 'anı' dediğimiz geçmişimiz; henüz dün yaşanan şeyler bile olsa.

Ben en çok Azerbaycan'ın bize 12 puan verdiği günleri özledim.

Özlemek demişken mutluluğun da kısa bir tanımını yapabilirim size;

Tam hatırlamıyorum tabi ki ama 10-11 yaşlarında iken, yine sokakta; yer yer top peşinde, yer yer saklambaç vb. oyunlar ile geçen bir günün akşamı, çok susamış şekilde eve dönüyordum. 'Gelirken ekmek al.' demişlerdi evden ve giderken o aldığım ekmeğin ucundan 'adettendir' diyerek bir parça kopardım. O parçayı koparırken çıkan çıtırtı, yavaşça yükselen duman ve o ekmek kokusu. Aklımdan ışık hızında tek bir düşünce geçti:'İnşallah evde ekmek banabilecek bir yemek vardır.'. Eve gittiğimde sofrada annem, babam ve zeytinyağlı taze fasülye duruyordu. O akşam ki mutluluk tanımı buydu.

Geçmişe olan özlemimizi makul bir seviyeye çekip geleceğe odaklanmadıkça, özlem duyulacak yeni geçmişler yaratamayacağımızı anladım.

Şimdi her hafta altı gün beklemek zorunda olmadan istediğim şarkıyı dinliyorum. İnanın müzik dinlemek temel hak ve büyük lüks; tıpkı özgürlük gibi.

Desen

Sanıyorum, Metin Abi'nin, evden çıktığından beri başı önde yürümesinin nedeni; kaldırımdaki desenleri, çocukluğunu geçirdiği evdeki halılara benzetmesiydi. Üzerinde ilk kez emeklediği, dedesinin ilk üç tekherlekli bisikletine bindirdiği o halı, önündeki kaldırıma serilmişti sanki.

Ona baktıkça; her şeyini kaybeden bir insanın kazanmak için daha ne kadar istekli olabileceğini görüyordum. Aslında kural basitti; kaybetmek istemiyorsan hayatta, az kazanacaksın, arkana bakacağın ve kaybetme ihtimalin olan hiçbir şeyin olmasına müsaade etmeyeceksin. O böyle birisi değildi ama, ben de. Aslında kimse böyle değildi. Kazanmak olunca sonunda kimse hayır demezdi.

Size ufak bir hikaye anlatayım;

Şu an 34 tane şubeye sahip bir hamburgerci var. Bu hamburgercinin temelini atan da şuan ki sahibinin dedesi, Avni Bey. Bundan yirmi sene önce bir gün, Avni Bey her zaman et aldığı mahalle kasabına gidiyor ama o gün cenaze dolayısıyla o kasabın kapalı olduğunu görüyor. E dükkanda et yok, mecbur alması lazım. Biraz aşağıda daha merkezi ve biraz daha lüks bir kasap var, ona gidiyor. Kalitesini bilmediği bir ete fazla para vermek istemese de el mecbur oradan alıyor o günlük ihtiyacını. Eti çırağıyla birlikte yüklenip dükkana getiriyorlar. Hamburger için köfteleri hazırlamaya başlıyor Avni Usta. Bu sırada, şehrin zengin iş adamlarından birisinin arabası bunların mahalleden geçerken bozuluyor. İş adamı bunun küçük dükkanını görüyor;"Şoför arabayı hallederken ben de bir şeyler yiyeyim." diyerek giriyor dükkana.

Avni Usta buyur ediyor. Menüsünde yer alan tek çeşit hamburgeri öneriyor adama. Adam yiyor ve bir tane daha istiyor, sonra bir tane daha. Dördüncüyü yedikten sonra etin lezzetine hayran kaldığını söylüyor ve birlikte hamburgercinin şubelerini açmayı öneriyor. Avni Usta kabul ediyor.

Cenaze dolayısıyla kapalı olan kasap sayesinde aldığı sığır eti, belki de ona zenginliğin kapılarını açıyor. Sağlık sorunları nedeniyle önce oğluna bırakıyor sonra oğlu vefat edince torunu yani şimdiki sahibi geçiyor zincirin başına.

Bu sırada Metin Abi hala kafası önde kaldırımın desenlerine bakarak çocukluğunu düşünüyor. Kendisini sürekli gezdiren dedesini, esnaf abilerini ve dedesinin çok sevdiği kasap dükkanını; Avni Usta'nın et almak için gittiği o gün, kapalı olan kasabı düşünüyor...