Günaydın

"pardon. sizi daha önce sevmiş miydim?"

"bilmem, sevgiden ne kastettiğine bağlı sanırım."

"sizi bizi atalım diyorsun, peki. sevgiden kastettiğim ne ben de bilmiyorum zaten bilinebileceğine de inanmıyorum."

"o zaman bi ilişkiden ne beklersin onu söyle."

"bitmemesini beklerim."

"sence de gerçeküstü bir istek değil mi bu?"

"peki sence de mantıklı şeyler istemek için hepimiz fazla deli değil miyiz?"

"hepimiz?"

"aşıklar işte."

"senin aşkın ne ki? iki tırnak arasına afilli bir cümle yazmak mı?"

"afilli bir cümle"

"komik mi şimdi bu?"

"değil."

...

"bir şey söylemeyecek misin?"

...

"saat kaç oldu?"

"benim için biraz geç, senin için oldukça erken."

"kalkalım mı o zaman?"

"zaten ayaktayız."

"o zaman el ele koşalım?"

"yok sağ ol. ben yürürüm."

"gideceğin yere kadar seni kendimle bıraksam? ben de oraya gidiyorum."

"iyi de orayı bilmiyorsun bile."

"küçükken annem elimden tutup ordan oraya götürürdü beni. gittiğim yerleri bilmezdim ama giderdim yine de. seninle de giderim."

"ya kaybolursan?"

"sen şu an bulunduğumuzu mu hissediyorsun. bence hepimiz kaybolmuş durumdayız ve ben bugün kendi yatağımda uyumak istiyorum."

"ama daha cezan bitmedi ki..."

"ev hapsi isterdim ama yeterince yaşlı değilim o yüzden göz hapsi istiyorum, gözlerini istiyorum."

...

"camı kapatsan, biraz serin oldu."

"hani serinlik sana yaşadığını hissettiriyordu?"

"yaşamayı hissetmek için soğuktan ölmeye gerek yok ama."

"tamam tamam. zaten sabah olmak üzere uyan hadi."

"zaten uyanığız ya."

"gözlerini açık tutmakla uyanmak aynı şey değil ki."

...


Komiser Hakan - İskele

- Burak, sence neden kötü şeyler hep iyi insanların başına gelir?
- Bence insanlar "iyi" olduklarını düşündükleri için öyle oluyor. Yoksa kötü şeyler herkesin başına gelir.
- Ne demek istiyosun oğlum? Ben kötü biri miyim?
- Yoo. Ben bi kötülüğünü görmedim en azından.
- Peki ya iyiliğimi? Onu da mı görmedin?
- Kaç yaşına geldin hala öğrenemedin mi oğlum! Bu dünyada iyilikler değil, sadece kötülükler görülür.

Bar sahibi yanlarına geldi ve konuşmalarını bölerek lafa girdi:"Mert bugün hiç uğramamış komiserim. Arkadaşlar ulaşmaya çalışmışlar ama telefonu da sabahtan beri kapalıymış."

1 saat kadar önce Mert Çınar ile ilgili gelen ihbarı takip edip her gün uğradığı bu bara gelmişlerdi. İhbar eden en yakın arkadaşıydı ve Mert'in birine zarar vermesinden korkuyordu. "Son zamanlarda sürekli durgun ve stresliydi. Önceki gün 'Son vermeme az kaldı.' diyip duruyordu." demişti arkadaşı ihbar ederken.

O bardan elleri boş çıktılar. "Cidden iyi biri değil miyim lan ben?" dedi Çetin. "Yürü oğlum bi yürü ya!" diye sürükledi onu Burak.

Bakacak çok yerleri yoktu, kendilerine herhangi bir cinayet ihbarı da gelmemişti. Yani Mert ya hala cinayeti işlememişti ya da işlediyse bile ceset bulunmamıştı.

İstiklal Caddesi'nden Taksim Meydanı'na doğru hızlı hızlı yürürlerken Çetin Burak'ın kareli gömleğini çekti ve onu durdurdu;

- Ben uzun süredir 'Nasılsın?' diye soran birine 'İyiyim' demedim lan. Az önce dediğini şimdi anladım. Ben zaten iyi değilim ki. Yani iyi hissetmiyoken nasıl iyi biri olabilirim, nasıl iyilik yapabilirim de mi?
- Şimdi kan gitti beynine Çetin ama bunu sonra konuşsak? Önlememiz gereken muhtemel bi cinayet var!
- Kötü olmayı bırakırsam yani en azından bunu insanlara yansıtmazsam sence iyi biri olabilir miyim Burak?
- Kötü hissediyosan kötü ol, iyiyse iyi; çünkü hayat fazlasıyla gerçek ve biz rol yapmak için inanılmaz yeteneksiziz Çetin.

O sırada Burak'ın cep telefonu çaldı; "Komiserim telsizden ulaşamadık o yüzden cepten aradım sizi. Mert Çınar intihar etmiş. Beşiktaş İskelesi'nde bir vapurun üst katında bulmuşlar. Seferler bittikten sonra gizlice girmiş olmalı, temizlik görevlisi çöpleri alırken farketmiş. Olay yerine intikal etmeniz bekleniyor."

"Gel de iyi biri ol." dedi Burak, telefonu kapattıktan sonra Çetin'e bakarak.

On beş dakika sonra iskeleye ulaştılar. Güvenlik şeridini geçip Olay Yeri İnceleme memurunun yanına ulaştıklarında memur onlara Mert'in gömlek cebinden çıkan mektubu verdi. Zarfa konulmamış ve dörde katlanmış bir a4 kağıt;

"Beni kim bulacak bilmiyorum ama siz bulduğunuzda ben burada olmayacağım. Güzel dediğim anılarımı ve içimi sızlatan acılarımı alarak aranızdan ayrılıyorum. En acısı da ne biliyor musunuz? "Çok özleyeceğim." diyebildiğim tek bir insan bile yok şu an hayatımda.

Neden bu işi yapmak için burayı seçtiğimi merak edebilirsiniz. Onu da söyleyeyim. İki hafta önce içimdeki -iyi,kötü- her şeyin bittiğini fark ettiğimde bu güzergahta vapura binmiştim. Kafeteryadan çay alıp beni bulduğunuz açık alana çıktım ve şu anki koltuğuma oturdum. Vapur kalabalıktı ama kimse birbirini tanımıyordu, tanıyanlarda sohbet etmeden yolculuklarına devam ediyorlardı. Bir sürü yalnız bi araya gelip vapurda bi kalabalık yaratmıştı yani. O sırada üç sıra yandaki teyze simidinden bi parça koparınca kokusu bana kadar geldi; bitmek bilmeyen açlığımızı farkettim. Çay bardağını tabaktan ayırıp elime aldığımda; sıcağı farkettim. Yudumumu alırken kafamı geriye atıp da tam üstümde o iki martıyı görünce; özgürlüğü farkettim.

Ama ben ne tokluğu yaşadım, ne sevdiğim kadının sıcaklığını ne de o iki martının özgürlüğünü. Yaşayamadığım ve yaşatılmayan ne kadar şey varsa bana bu dünyada, hepsini farklı bir yerde aramaya gidiyorum. Ne kırgın ne de kızgınım. Sadece o iki martı gibi ben de uçmak istiyorum. Kimseye kızmadan, kimse tarafından kırılmadan. Eğer özleyecek biriniz ve bi bardak sıcak çayınız varsa onu soğutmadan için."

Çetin buğulu gözleriyle Burak'a baktı. Burak, konuşamayacak durumda olan Çetin'in elinden telsizi aldı ve anons geçti;

"Beşiktaş İskelesi'ne bir ambulans."

Kalem

Bazen ne yazmaya kalksak kırılacak gibi oluyor, ucu körelmiş kurşun kalemimiz. Belli belirsiz bir karartı bırakıyor kağıtta; tahta kısma sürtüne sürtüne yazan kömür karası.

Anlatacak kelimeler olsa zaman yetmiyor, zaman olsa kelimeler gelmiyor.

Okul çıkışı gibi kafamın içi,
Her düşüncem velisini arıyor kalabalıkta,
Servisler kalkıyor nereye gittiğini bilmediğim.
Simitçi uzaklaşıyor.
Gün batıyor bir önceki gün olduğu gibi,
Uyku saatimiz geliyor.

Bazen de sapasağlam bir kalem oluyor elimizdeki ama kağıt bulamıyoruz. Çok güzel bir dolma kalemle ikinci sınıf saman kağıda yazmak gibi kalıyor çabalarımız. Çok anlam yüklüyoruz yazmaya belki ama çok yazmadan da çekilmiyor hayatın ve insanların saçma yanları.

Bazen kan grubu kimseyle uyuşmayan ağır yaralı bir hasta gibi hissediyorum kendimi; o zaman kelimeler alyuvar oluyor. Parmaklarımdan dışarı bırakıyorum ne kadar acıtan, sancıtan ve düşündüren şey varsa.


Komiser Hakan - Taksim

Bir daha hiç nefes alamayacakmış gibi ciğerlerine doldurdu sigara dumanını; saatine baktı, gece yarısını tam üç saat on dört dakika geçiyordu.

Çok sıkılmıştı böyle bir başına Taksim'e gelmekten, babasından gizli sigara içen çocuk gibi arkadaşlarından gizli gizli bir başına sarhoş olmaktan, saati de yeri de unutup eve nasıl geldiğini hatırlamadığı akşamlardan.

Ne yapsa olduramadığı bir yanı vardı. Olmayan tam olarak neydi ve neden olmuyordu çoktan unutmuştu; sadece varlığını kabul etmişti o olmazın, olmaz olasıcanın. Az önce kalktığı barın merdivenlerini ağır ağır ve sendeleyerek indikten sonra çiseleyen yağmurun altında durmuştu Nevizade'nin ortasında. Cebinden telefonunu çıkardı, on dakika önceki gibi ne mesaj ne de çağrı vardı, geri koydu cebine. İstiklal'e doğru yürüdü, meydana gidecekken vazgeçip Asmalı tarafına döndü. Yağmur yerde ayak izi bırakabileceği kadar yağmıştı İstiklal'in taşlarına. Asmalı'ya bi sokak kala bir çığlık durdu "Yapma!" diye. Birkaç metre koşup kafasını çevirdiğinde yerde yatan bir adam yanında da onu kalkması için sarsan bir kadın gördü sonra da artık bir silüet halini alan ve ordan koşarak uzaklaşan adamı fark etti. O adamı yakalayacağına inanarak koşmaya başladı, daha doğrusu o başladığını sandı ama ikinci adımıyla yere yığıldı.

...

- Çetin, ayılıyor gibi hemşireyi çağırsana.

dedi Burak. Hakan'ın başında Çetinle birlikte bekliyorlardı. Alkolün de etkisiyle yorgun düşün bayılmıştı. Bayılırken kafasını çarptığı için doktorlar endişelense de tetkiklerden sonra önemli bir şey olmadığını fark ettiler.

Hemşire geldi. O sırada Hakan da ne olduğunu anlamaya çalışarak gözlerini açtı.

"İyisiniz. Şu anda hastanedesiniz." dedi hemşire, "O adam. O adam kaçtı mı?" dedi Hakan cevap olarak. Hemşire anlamasa da Burak anladı:"Yakalandı komserim, onu düşünmeyin şimdi." dedi. Hakan düşünmekten vazgeçmeden devam etti:"Kimmiş? Olay neymiş?".

-Boşver abi. Boşver! Yakalandı işte!
-Oğlum söylesene!
-Tamam abi. Sokaktaki bi mekandan kızın biri tek başına çıkıyor. Bu adam da kızı tek görünce rahatsız ediyor. O sırada ordan geçen bi genç de adamı uzaklaştırmaya çalışıyor. Kızı tutup adamın yanından çekiyor, tam kıza "Sen git hızlıca, ben onu uzaklaştırırım." derken adam genci arkadan bıçaklayıp kaçıyor.
-Gence noldu?
-Öldü abi.

Başına sağ taraftaki pencereye çevirdi Hakan. İstediği küfürden başlayıp başlayamayacağını düşündü. Sol gözünden ince ince süzülen damlayı Çetin gördü:"Abi iyi misin?" dedi.

-Beyler, bunu anlatmak bile utanç verici ama dün ben eve intihar etmeye gidecektim. O kız bağırmasa, o genç ölmese o adam kaçmasa ben daha da sarhoş olup eve gidecektim, son kez eve dönecektim.

"Abi saçmalama ne diyorsun!" dedi Burak, amirinden çok, kızdığı küçük bir çocukla konuşur gibi.

-Herkesin bi zamanı var işte. Ben doldurdum gibi geldi o zamanı. Hep hatalarımı hatırlar oldum, en son ne zaman güzel bir şeyler yaşadım da mutlu oldum unuttum, içim de dışım da cinayetle katille vahşetle doldu, kaçtığım ne kadar şey varsa bi süre sonra farkında olmadan onları kovalar olduğumu farkettim. Sustum, bağırmak istedim. Yoruldum, koşmak istedim. Saklandım, bulunmak istedim ama kimse bulmadı beni oğlum! Arayan oldu mu ondan bile emin değilim. En son kim "Hakan'ı özledim." demiştir inan bilmiyorum. Ben sevdiğim birinden mekan adı alıp buluşmaya gitmeyeli çok oldu; aldığım adresler hep telsizden ve hangisine gitsem mutlaka bi ceset var. Ben de ceset olursam o zaman bulunurum belki dedim. Belki canlıyken geçmeyen anonsuma ölünce gelenler olur dedim lan! Çok mu şey istedim ha! Çok mu!

Sustu hepsi. Hepsinin gözü de gönlü de dolup taştı. Yatağında doğruldu, kolundaki serumu ve damar yolunu çıkarttı. Ağır ağır ayağa kalktı.

İkisinin de gözlerinin içine bu sefer öfkeyle baktı;

-"Abi hastanede kalman lazım." diyeni kendi ellerimle döverim!

dedi ve ekledi: "Yakaladığınız adam nerde?"

Ayakta zor dursa da sorgu odasına girdi, saat yediydi. Onunla birlikte Burak da girdi içeri. Hakan sandalyeyi çekti, oturuşundan bile öfkesi anlaşılıyordu. Sol eliyle sağ kolundaki serum yolunu ovuşturarak:"Niye yaptın lan? Neden öldürdün gencecik çocuğu şerefsiz!" dedi. "Öyle olması gerekti." dedi şerefsiz de.

Önce Burak'a baktı sonra da adama döndü:"Bu hayatta en çok korktuğun insan kim senin?" dedi. Soruya anlam veremeden bi süre boş gözlerle baktıktan sonra:"Babam. Babamdan çok korkardım." dedi adam.

Hakan ayağa kalktı. Kafasıyla Burak'a dışarı çıkmasını işaret etti. Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra sol omzunun üstünden önce tozlu sorgu masasına baktı, sonra düz bir çizgide bakışlarını ilerletip adamla göz göze geldi.

"Önümüzdeki bir saat boyunca senin babanım." dedi.