oynuyoruz

daha adım bile atmadan düşmekten korktuğu zamanlar olur insanın,
her yer çukur gelir uçsuz bucaksız düzlükte
ve her çukur önceden düşülen bir başkasına benzer insanın gözünde.
susuzluktan çatlamış topraklar korkutur bazılarını,
toprağın tek beklediği iki damla su olsa da.
hepimiz aynı şeyleri yapıyoruz aslında,
nefes alıyoruz ve veriyoruz,
nefesimizi tuttuğumuz zamanlar dışında.

üşüyoruz, geriliyoruz, korkuyoruz, seviyoruz
ve bazen sevmekten korkuyoruz.

saçma sapan bir düzenin içinde savruluyoruz,
sağdan sola sonra soldan sağa,
bulmacalarda çıkmıyor adı bir çoğumuzun
ve yukarıdan aşağıya beş heceyi geçmiyor diyeceklerimiz.
yolumuz kesişiyor bazen o bulmacada,
"yukarıdan aşağıya beş harf" ile "sağdan sola dokuz harf" karşılaşıyor,
adlarının yazılacağı boşlukların etrafındaki içi dolu kara kutulara aldırmadan,
her kalem darbesi bir başka bilinmeyenini çıkartıyor ikisinin.

saklambaç oynuyoruz her şeyin çok açık olduğu bu hayatta,
nerede olduğunu bilmediğimiz insanları arayarak, bekleyerek,
"ce" diyor bazıları üç aylık bebeği güldürür gibi,
ama insanlar büyüdükçe o bebekten daha az gülüyor.

saklanmadan bulunmuyor hiçbir şey,
ve her şey en karanlığa saklanıyor,
kimisi de karanlıktan korkuyor;
görünmediğinden, göremediğinden değil,
o karanlığın içinde asıl korkulanların olma ihtimalinden, bilinmeyenden.

ve hepimiz nefes alıyoruz,
seni de beni de aynı yer çekimi çekiyor merkezine dünyanın,
gölgeler üst üste geliyor, bazen iç içe geçiyor,
güneş en tepedeyken yağmur başlıyor, tam da şemsiyeyi evde unuttuğumuz gün,
yağıyor, duruyor; zaten yağıp duruyor bir kere ıslandın mı.

insan için en zoru da cevabını bildiği soruyu sormak oluyor;

yağmurdan sonra kar,
kardan sonra ilkbahar,
ve yaz geliyor...
ama bir kere bile ıslandıysa insan o arnavut kaldırımda,
saklandığı karanlıktan çıksın gelsin diye
yazın ortasında bile, soldan sağa altı harf "yağmur"u bekliyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder