dersimiz: ?

sadece "gitme"nin hüküm sürdüğü hayatlar var; bir "gitme" diyen bir de "gitme" eylemini yerine getirenin olduğu.

geceleri yalnızlığını şehrin ışıklarına bakarak azaltan insanlar var, gündüz gördüğü kalabalıklar uyurken kendini geceleri daha kalabalık"mış" gibi hisseden.

söz verenler, tutmayanlar. kalanlar. kaldığını sanarken aslında çoktan ayrılanlar.

o, bu, şu farketmeden herkesin peşinden koşanlar da var. bir gün 'o' ertesi gün 'bu' en büyük aşkı olabilecek olanlar.

net görmek için gerçeği, gözlerini kısıp bakanlar var; daha iyi düşünmek yerine.

...

sonbahar yeni başlıyordu,
"sadece ellerin biraz üşüdüğü" bir hava vardı istanbul'da.
zaman çabuk geçiyordu,
ankara güvercinlerinin yerini martıların aldığı bu şehirde.

görmeyene kahkaha gibi geliyordu sesi martıların,
ve bir çok insan o martılar gibi yaşıyordu;
dışarıdan baksan gülen ama kendini hiç anlatamayan şekilde.
vapurlar geliyor, vapurlar gidiyordu,
onlar akıntıya kapılmadan, boğazda karşıdan karşıya geçerken,
taşıdıkları onlarca insan farklı akıntılara kapılmış, sürükleniyordu.

taşıdıkları onca yük,
öğrencilerin sırtında ve elinde,
çalışanların aklında,
sevenlerin kalbinde.
hiç biri o yükünü bir yere bırakamıyordu,
ya artık güvenmediğinden çevresindekilere,
ya da bırakacak yer olmadığından.

on yedi milyon insan ve onlarca aracın gürültüsüne inat,
susmayı öğretiyordu istanbul.
söyleyeceklerini tek tek atmak yerine içine,
biriktirip üçlük atıyordu,
bu şehirde yaşayan, kendileri minik, yürekleri büyük insanlar.
ve istanbul birbirinden güzel dersler veriyordu,
hiç bir büyük üniversitede dahi verilemeyecek.
bir hafta fiziği öğretiyordu; yer çekimine karşı koyamayıp boynu bükük tutarken,
öbür hafta aşkın kimyasını,
ve sonra edebiyata örnek olsun diye şiir yazıyordu boğaz köprüsündeki manzarasıyla; en büyük divan şairinden daha manalı,
istanbul'un matematiği aslında çok basitti ama hoca bi kere takmıştı...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder